Şüphe (Öykü)


Hanımla görücü usulü evlendik. Aileler bilir... Peki dedim. Sözde tanıştık. Her geçen gün biraz daha sevdik birbirimizi. Görücü usulü dedim ama bence gönül işine döndü sonradan. Sabah evden çıkar çıkmaz soğan kokulu elleri, sabun kokulu boynu özler mi insan? O derece.

Onu anlatmaya nereden başlasam ki? En çok utanması hoşuma gider. Hülyalı hülyalı bakan ela gözlerine dayanamayıp kız sen ne güzel bakıyorsun deyince hemen gözlerini devirir. Yanakları kızarır, eli ayağına dolanır. İnsan içine karışmayı pek sevmez. Çarşı pazara çıkar arada. Soluk renkli bir başörtüsünü gevşekçe bağlar çenesinin altında. Birkaç kere ben de gittim onunla. Sözcüklerde tasarruf eder. Domates mi alacak? Parmağıyla gösterir. Mırıldanır: 1 kilo. Uzaklara gözlerini hafif kısarak bakar. Kaç kere doktora gidelim dedim. Çekinir.

Ama o da haklı. Bıktık doktorlardan. On senedir üç düşük. Çocuk yok. Akrabalar, komşular hep soruyor. Yok mu çocuk? Yok işte. Olsa görürdünüz. İlle soracaklar. Evlatlık diyen oldu. Hiç bizim gelenek göreneklere uyar mı? İnsanın kendi çocuğu... Aslında olmuyorsa. Ama başkasının dölü... Neyse, üstüne varmam bizimkinin. Ne zaman çocuk konusu açılsa yüzü düşer. Onu televizyonda gizli gizli bebeklere bakarken yakalarım bazen. Beni görünce kanalı değiştiriverir. Bazen beceremez. Yaşının geçtiğini düşünür. Ama o kadar değil daha. Hem tıp da gelişiyor. Allah’a dua ediyoruz sürekli.

Çocuğum olsun istiyor muyum? Çok. Ama başka bir kadından olsun istemiyorum. Onun mahcup ela gözlerinden bahsettim, değil mi? Ağlamaklı olduğunda gözlerinin kenarı kızarıverir. Ben de kıyamam ona. Gözyaşları dökülmesin diye maymuna dönerim. Bir de neyini seviyorum biliyor musunuz? Lezzetli çorbalarını yerken bıyıklarıma bulaşır. Belli belirsiz kıkırdar, dişlerini göstermez, dudaklarını büzer, eliyle kapatır. Boşta kalan elinin başparmağıyla bulaşan çorbayı siler. Ama hiç karışmaz bana. Kes şunları demez. Yemeğine geri döner.

Akşam eve gelip onun güzel yemeklerinden yemeyi, geceleyin körpe vücuduna sarılıp uyumayı dört gözle beklerim. Yaptığı yemekten sonra soğan kokan parmak uçlarını öperim. Kokuyor diye çekmeye kalkar, bırakmam. Sabun ve ter kokulu boynunu da içime çekerim. Bebeğimiz olsa o da böyle kokar muhtemelen... Yatmadan mevsimine göre pamuklu veya pazen bir gecelik geçirir üstüne. Genelde saçlarını toplar. Birkaç inatçı bukle düşer şakaklarına. Kulaklarının arkasına sıkıştırırım ama illa kaçar oradan. Elimle memesini tutmadan uyuyamam. Tuhaf bir sıcaklık verir bana. Tatlı bir uyku bastırır. Bazen uyku tutmaz da içim kıpır kıpır olur. Haydi kız derim hınzır hınzır. Yanakları kızarır. Hiç hayır demez. Rüyamda bile onu görürüm.


Evimiz eski, küçük. Ama onunlayken cennet bahçesinden farksız. Çıkmayan lekelere rağmen azimle siler yerleri, duvarları. Yorma kendini derim, dinlemez. Az konuşur demiş miydim? Benimle bile. Çarşı pazara çıkınca anlarım, gündeliğe gittiğinde de. Ama benimle bari biraz konuşsaydı... Kuşlar dedi bir gün. Pencerenin önüne çok pisliyorlar. Kovalıyorum gene geliyorlar. Olsun dedim. Kuştur, candır, berekete geliyorlar demek ki. Onlar da anlıyor hangi evde bereket var, huzur var. Öyle tabii. Gözlerini yere indirip parkeleri silmeye devam etmişti.

Ev eski demiştim. Küçük olması neyse de. Kapıyı değiştirelim dedim kaç kere. Ama parayı denkleştiremedik bir türlü. Keşke demekle olmuyor. Hanıma gündeliğe gitmediği günler sıkı sıkı kilitlemesini tembih ederim. Gerçi bir omuz atsan yıkılacak, ne kilidi... Ufak tefek vücudu, kuvvetsiz kolları canlanır gözümün önünde. Başına bir şey gelecek diye ödüm kopar. Bazen işten eve gelene kadar yüreğim hop hop eder. Eşikten adımımı atıp onu sağ salim görünce derin bir oh çekerim. Sonra yemeğimizi yeriz, soğan kokan parmaklarını öperim, boynunu koklarım, buklelerini kulağının arkasına koyarım, memesini tutarım, uyuruz.


Bir gece... bir gece kapıdan tıkırtılar geldi. Yataktan çıkmadım. Gider dedim. Fakir mahalle burası. Her gece birinin evine hırsız girer. Belki vazgeçer. Tıkırtılar devam etti. Hanımı yokladım. Yatağın diğer yarısı boş. Banyoda belli belirsiz su sesi. Haber versem mi? Ya hırsızla yüz yüze gelirsem. Ya hanım paniklerse. Hırsızın silahı, en iyi ihtimalle bıçağı vardır. Çıkma banyodan, çıkma. Bu kadar seven bir erkeğin hanımına siper olması gerekmez mi? Bacaklarım çürümüş sanki. Banyo ışığı kapandı. Yol kapı gıcırdayarak açıldı. Yorganı başıma çektim. İhtiyatlı ayak sesleri doğrudan yatak odasına yöneldi. Yorganın ucundan karaltıyı gördüm. Pencereden giren ay ışığı elindeki bıçağa yansıyordu. Etrafta değerli, alıp kaçabileceği bir şeyler arıyordu. Ne arar bizde... Yutkundum. O sessizlikle yutkunma büyüdü büyüdü büyüdü. Hırsız hemen yatağa dönüp bıçağı havaya kaldırdı.

Birden ufak tefek bir vücut belirdi adamın arkasında. Alelade bir mutfak bıçağı hırsızın boynuna saplandı. Sadece tek bir hırıltı geldi adamdan. Hanım bana baktı. Belli belirsiz aydınlanan ela gözlerinde tereddüt yoktu. Yanaklarının kızarmadığını hissettim. Bana bakarken bıçağı biraz daha soktu gırtlağa, biraz daha. Yutağın kıtırtısı. Hanımın dişlerini gördüm. Dudaklarını büzmüyor, ağzını kapatmıyordu. Ağzı iki yana gitgide açılıyor ve dişleri görünüyordu. Adam bıçakla birlikte ellerinin arasından kaydı. Yatağın yanında cansız bir topak. Hanıma baktım tekrar. Ağzı kapanmıştı. Gözleri de. Yüzünde huzur... huzur vardı yeminle. Derin bir nefes aldı. Polisi arasana dedi.

Hanımın titreyen elleri, gözlerinden boncuk boncuk dökülen yaşlar. Öldürecekti bizi. Bir yandan ayrılık korkusu, bir yandan ay ışığında hanımın gözleri. Nefsi müdafaa. Ucuz atlatmışsınız. Hanımın dudakları büzüldü, elini ağzına götürdü. Tutanak tutuldu. Hanımı karakola götürmeleri gerekti. Dava hızlıca görüldü. Hırsız zaten belalı bir tipmiş. Hanım suçsuz. Eve nasıl döndük hatırlamıyorum. Yerde kan damlaları, nevresimde de... Yorgundu. Örtüyü değiştirdi. Kirliye attı. Sonra da kıvrıldı uyudu hemen. Kendimi uyumaya zorladım. Kabuslarımda aynı sahneyi tekrar tekrar yaşadım. Akşam işten geldiğimde yerler silinmiş, o gece giydiği gecelik değişmişti. Hiçbir şey olmamış gibi. Banyoya koştum, yüzüme su çarptım. Mutfağa gidip bir bardak su içtim. Pencereyi açtım. Mermerdeki kuş pislikleri de temizlenmişti. Ama tüyler vardı. Kuş tüyleri. Çok fazla. Pencereyi hızla kapattım.


Sabah işe giderim. Ela gözler gelir aklıma. Özlemeye çalışırım. O karanlıkta, o panikte... Tereddüt bile etmeyişi... İçim içimi kemirir. Akşam eve döndüğümde başına bir iş gelmesinden korkarım. Başka bir nefsi müdafaa. Ama o, etrafı pırıl pırıl yapmış, lezzetli bir yemek pişirmiş olur. Sımsıcak çorbadan arka arkaya yudumlar alırım. Göz göze gelmemeye çalışarak. Kısalt şu bıyıklarını, çorbayı onlar yiyor. Tatlı tatlı gülümser, minik beyaz dişleri ışıldar. Keserim derim. Çorbayı hızlı hızlı yemeye devam ederim. Çeyizinden çıkardığı geceliklerini giyer: saten, dantel. Körpe vücudu ortaya çıkar. Kasıklarımın hareketlendiğini hissederim. Haydi bey, çocuk yapalım. Hemen her gece. Yorulurum. Yine de önce onun uyumasını beklerim. Bazen dayanamam. Sırtımı dönecek gibi olurum. Anında vazgeçerim. Uyumadan nefesinin nefesine değdiğini hissederim. Yatak büyür büyür büyür, beni yutar. Sabah uyanabilecek miyim?

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.