The Rover: Anlamı Sonunda Saklı

2014'ün dikkat çeken filmlerinden The Rover Türkçeye Takip diye çevrilmiş ama izleyenler takdir edecektir ki bu sözcük orijinalini tam olarak karşılamıyor. O yüzden olduğu gibi bırakacağım. The Rover, The Road (Yol) tarzı, insanın içine oturan, efektsiz bir post apokaliptik bir film. Genelde ağır geçen ve pek mesaj kaygısı gütmeyen bir yapım. İzlerken akışına bırakmakta fayda var.

Yönetmen, daha önce hiçbir filmini izlemediğime beni pişman eden David Michôd. Senaryoda ilginç bir ayrıntı var. Exodus: Gods and Kings filminde kalın kafalı Ramses diye inceden kıl olduğumuz Joel Edgerton'ın bir öyküsünden uyarlanmış. Abiye saygılar. Oyuncular arasında neredeyse hiçbir filmini izlemekten pişman olmadığım Guy Pearse, Vampir Edward'la karizmasına kocaman bir çizik atan Robert Pattinson, Halt and Catch Fire'da bahtsız mühendisi oynayan Scoot McNairy bulunuyor.

Sürprizbozanlar geliyor.


Ekonominin Çöküşü


Felsefe derslerimden birinde tartışmıştık. Hatta zamanında ilk yazılarımdan birinde de değinmişim. Kapitalizm çöker mi? Bizim umutsuzluğumuza karşı hocamız her sistem gibi kapitalizmin de çökeceğini söylemişti. Peki, kapitalizmin yerine ne gelecek? Kapitalizm çökerse her şey güllük gülistanlık mı olacak? Film koca bir "HAYIR"la başlıyor. Avustralya'da kapitalizm demesek bile ekonomi çökeli tam on yıl olmuş. Etrafta çok az insan var ve Avustralya doları tamamen kıymetsiz. Karaborsacılar Amerikan dolarından başka para birimini kabul etmiyorlar.

Nereden geldiği ve nereye gittiği belli olmayan Eric, başlarda neredeyse hiç konuşmayan gizemli bir karakter. Hayattan bezmiş, sürüklenen bir hali var. (Burada Guy Pearce'ın ustalığı da devrede.) İçinde üç kişi olan bir kamyonetin kaza yaptığını görmüyor bile. Sonra bu kazayı yapanlar ortada boş duran Eric'in arabasını çalıyorlar. Eric de onların kamyonetiyle peşlerine düşünüyor. Paranın, malın mülkün anlamını yitirdiği, ortalığın terk edilmiş araba kaynadığı bu devirde neden ille o araba diye tutturduğunu, neden başını o kadar derde soktuğunu anlayamıyorsunuz. O zaman jeton düşüyor: Özel bir anlamı olmalı...

Arabasını çalanlar silahlı üç kişi olduğu için baş edemiyor. Onlar da insaflıymış ki kamyonetle bir kenarda bırakıyorlar. Burada filmin saçma tesadüflerinden biri gerçekleşiyor: Eric, otların arasına fırlatılmış kamyoneti eliyle koymuş gibi buluyor. Yolun kenarında yaralı bulduğu Rey, "Bu abimin kamyoneti" deyince Eric çocuğu aldığı gibi kamyonete çalıyor. (Filmin başında arabadakilerden yaralı olan Archie kardeşinin hayatta kalıp kalamayacağından bahsetmişti. Ama o sırada kim olduğunu bilmiyoruz.) Ama Rey kan kaybından bayılınca onu doktora götürmek zorunda kalıyor. Eric, yarası dikilince kendine gelmeye başlayan Rey'i sorgulamaya çalışıyor ama bu sorgulama istediği gibi gitmiyor. Çünkü Rey'de biraz zeka geriliği var ve sorulara net cevaplar vermekte zorlanıyor.

Bağ Kurmak


Eric, tamamen tek başına gibi görünmektedir. Ama bunun geçmişten ve şartlardan kaynaklandığını tahmin edebiliriz. Arabasını almak için takas etmeyi düşündüğü Rey hiç de tahmin ettiği gibi biri çıkmıyor. İyi niyetli, bir yandan da gözü karadır. Onu hem kan kaybından hem de bir asker tarafından vurulmaktan kurtaran Eric'e vefa beslemeye başlıyor. (Bu arada Robert Pattinson şaşırtıcı şekilde harika oynuyor.) Rey, Eric'in aksine iletişime açık, konuşkan bir karakter. Ona sürekli anılarını anlatıyor, eski komşularını, onların evlerinden çıkanları vb. Eric, onun bunları neden anlattığına anlam veremiyor. Bir yerde Rey, ona ateş eden askerden kurtulmak için hunharca sıktığı kurşunlarından birinin öldürdüğü küçük kızı unutamadığını da anlatıyor. Eric sonunda monoloğu diyaloğa çevirerek o kızı hiç unutmamasını söyler. Eric'in hüznünü gözlerinden okuyoruz. Eric daha sonra, "Abin seni sevseydi orada bırakmazdı" diyerek Rey'in aklına giriyor.

Rey Eric'i abisi gibi benimsemeye başlıyor. Eric de Rey'le bağ kurmaya başlıyor. Onu abisine teslim etmek ilk şiddetini yitiriyor ama arabasından da hala vazgeçememiş. Eric bir asker tarafından yakalanıyor ve Sydney'e götürülmek üzere kaydı alınıyor. Rey üç askeri vurarak Eric'i kurtarıyor. (Asker sayısı da epey azalmış ve onlar da bir şekilde yolunu bulma çabasında.) Eric onun ürkek yol arkadaşının bu hamlesi karşısında şaşırıyor. Bu arada, Eric askere kendi hakkında bir şeyler anlatmıştır. On yıl önce karısını evde başka bir erkekle görünce ikisini birden vurup öldürmüş ve bu olayı hiç unutamamış. Araba karısına aitti de onu bir şekilde kaybetti, o yüzden arabada onun hatırası var minvalindeki teorim de o noktada çökmüş oldu.

Rey onu sonunda abisinin kaldığı eve götürüyor. Eric evi dolaşıp plan kurar ve planı birkaç kere tekrar ediyor. Öncelikle Rey'i şarjörü boşaltmama konusunda uyarıyor. Planın Eric kısmı işliyor ama Rey abisiyle karşılaşınca iş değişiyor. Rey, silahını indirmiyor ama abisi onu tereddütte bırakıyor ve en sonunda gırtlağından vurarak öldürüyor. Silah sesini duyan Eric, elindeki iki rehinini vurup diğer odaya geçiyor ve Rey'i kanlar içinde yerde görüyor. Abiyi hiç acımadan vuruyor. Odada bir de Umut Sarıkaya karikatüründen çıkmış gibi duran yaşlı Gordon var. Amca o kadar tatlı ki kıyılacak gibi değil. Eric onun yanındaki sandalyeye çöküp ağlıyor. Daha sonra ölüleri Gordon'a bırakmayıp dışarı çıkarıyor. Burada herkesi kollarından çekip sürüklerken Rey'i kollarının altından tutup daha nazik taşıdığını fark ediyorsunuz.

Ve Son...


Eric arabasına kavuşunca başı göğe mi eriyor? Zira, arabanın peşine düşmese Rey'le mutlu mesut yaşayabilirlerdi. Buradaki sır da açığa çıkıyor. Bagajdan battaniyeye sarılı, etrafında sinekler uçuşan ölü bir köpek çıkarıyor Eric. Eski hayatından kalan tek bağ olduğunu tahmin ediyoruz. Ama canlı bir insan olan Rey'le kurduğu bağ bunu da anlamsız kılıyor. Köpek için mezar kazmak için küreği yere ilk vuruşunda film sona eriyor. Öyle kalakalıyorsunuz. "Rover"ın kelime anlamının tam zamanı: "Avare, serseri" gibi anlamının yanı sıra bir de köpek türü.

Son bir not düşeyim. Vıcık vıcık aşk hikayesine girilmemesini takdir ediyorum ama kadın oyuncu konusundan film yerlerde sürünüyor. Ortalıkta neredeyse kadın yok. Para falan ortadan kalkınca kadınlara mı saldırdılar nedir, bilgi de yok. Sadece birkaç dakika görünen bir doktor ve ergen erkek torununu pazarlamaya çalışan bir nine var. Ayılıp bayıldığım The Road da öyleydi. Düşününce Lucy dışında kadın karakter yönünden tatmin eden film yok. Kadın karakterleri ön planda bulunan post apokaliptik bir senaryo yazılması şart.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.