Sensörlü Lamba (Öykü)
YAZAR
Bu gece bir öykü yazacağım.
Evet, bu gece bir öykü yazacağım. İçinde şey olan, şey...
Şiddet. Favori konusu.
“Kurbanının başını taşla ezdikten sonra kanın bordürün
kenarındaki oluktan süzülerek akmasını seyretti. Elindeki taşı en yakın çöp tenekesine
atarak...”
Ekrana baktı. Ekran ona baktı.
Bunun için mi dörde kadar ayakta durdum? Bilseydim başkaları
gibi götümde pireler uçuşa uçuşa uyurdum.
Kulaklıklarını taktı. Biraz müzikten kimseye zarar gelmez.
Rah rah ah-ah-ah!
Rom ah ro-mah-mah
Gaga ooh-la-la!
Want your bad romance
Alemlerde Rahmaninov dinlerken yazdım derim, kim bilecek.
Neyse. Baştan.
“Kredi kartı ekstresi. Minimum tutarı ödeyeceği üçüncü ay. Masasının
üstündeki tabancaya bakıyor. Kabzanın üstünde gezinen parmağı. Hayır, kendi
için değil. Bankalar haddini bilecek!”
Amerikan gişe filmleri izlemenin hemen üstüne sistem karşıtı
öykü yazmamak lazım demek ki.
“İstanbul’dan Atina’ya bir yolculuğun hikayesi bu.”
Gezi yazısı yazıyorum sanki, bu ne? Öykü kahramanı oraya
gitse Akropolis manzaralı tavernaları gezmekten bir şey yapamaz zaten.
Atina’dan İstanbul’a olsa.
“Karadağ’dan İstanbul’a gelen...”
HAYALET
Karadağ de. Karadağ de.
Bu muharrir bilmez. Gerçi ben dahi küçücük çocuktum. Anam
babam Montenegro’dan Estambol’a gideceğiz dediler. Kerimeleri yeni doğmuş o
sırada. Ne cesaret... Babam deniz ticaretiyle uğraşıyor o vakit. Birçok
şahıslarla irtibatı da var o sıralarda. Prenslik 1852 yılında kurulmuştu
esasen. Fakat Osmanlı’nın tanıması 1878’i buldu. Osmanlı-Rus Savaşı, Tanzimat
Dönemi derken. Bir süredir Estambol aklındaydı babamın. Yabancılara da izin
çıkınca.... İlkin anneme açmış konuyu. “Milo aklını mı oynattın her şeyi
bırakıp nasıl gideriz çocuklar küçük...” Bizim buraların manzaralar da güzel
ama babam ticaret için gide gele Bosforus’a vurulmuş. “Bir ufak hane bize, bir
de büyük hane icar için.” İkna etmiş.
İki yıl sonra Estambol. Ama hakikaten babamın anlattığı
kadar var. İcar için inşa ettirdiği bina mahallenin en şaşaalısı. Sarı renkli.
Sanırsınız altından... Dört kat sayıyorum. “Gel gel” diyor annem. Biraz yürüdükten
sonra kalacağımız hane. Diğerinden çok daha küçük ama... nasıl anlatsam. Bir
beyazı var... Zemin, üstü cumba, çatı yok, teras. Süslemeler dantel gibi. Arka
tarafta Mekteb-i Sultânî varmış, sonra öğreneceğim. O vakit gözüm deniz
cihetine takılıyor. Haneden denize kadar doğru ağaçlardan başka bir şey yok. Bir
de belli belirsiz nargile dumanları. Belki Tophane’nin külhanbeyleri.
Bende anlatacaklar çok da... Dinleyen kim. Bak siliyor
Karadağ’ı.
YAZAR
Atina. Karadağ nereden çıktı.
Sırtında ani bir kaşıntı. Sağ elini yandan uzatmayı denedi.
Tam en kaşınılmaz noktada. Şu parmaklı kaşıyıcılardan bir tane almak şart.
“Kadın eli şeklindeki kaşıyıcılardan. Zarif parmakları var.
Parmaklar hareket mi ediyor? Ona mı öyle geldi? Ürpertiyle yere bıraktı.”
Tövbe tövbe, gece vakti kendimi korkutacağım. Kaşıntı geçti
zaten. Neden aklıma konu gelmiyor, neden, neden!
EoımvhtbnıvmjfeıwmonhgvıepsmoHVURSAMVTHIOEQMHDVVIORTÖCJWE
vmsıhfrıomgvm rbogpvöwpe
Vurmuyorum kafamı klavyeye tamam. Bakalım tavana
dokunabiliyor muyum? Hooop ki üç dört! Gene olmadı.
Çıtırt!
HAYALET
Karadağ’ı sil, sandığımı kaldırt. Az bile. Al sırtına
baston. Yok, içim soğumadı. Bir de parkeye vurayım. Oh. Haydi yine iyisin
muharrir, sandığımı göndertmene rağmen sevdim seni de pek ilişmiyorum yine.
Neyse... Seneler seneleri kovaladı. Babam burada da deniz
ticaretine devam etti. Benim çoluk çocuğa karışmam. Sonra annemim vefatı.
Babamın vefatı. Kardeşim de evlenince diğer haneye geçti. Kaldı mı bu güzelim
hane bana. 60’larda evi neredeyse yıkıp baştan inşa ettirdim. O zamanın en
güzel mobilyalarından döşettim. Çoluk çocuk, torun torba evlendikçe diğer
haneye yerleşti, Estambol’un tadı kaçınca çoğu Fransa’ya göç etti.
İhtiyarladıkça ihtiyarladım, hanımla hanenin içinde gide gele duvarları,
zemini, mobilyayı eskittik.
O da dünyaya gözlerini yumunca kaldım bir başıma derken
hooop kalp krizi. Ağlaşmalar, hıçkırıklar, “Ay ne de severmiş eşini”ler. Haydi
oradan, üç katlı mis gibi ev kondunuz diyecektim ki sonra karımı sevsem onun
yanında olmaz mıydım diye sordum kendime. Ölmek bu muymuş yani, kenafir
gözlerini görüyorum, orada ipek duvar halısını kaça satarım diye bakıyorsun,
parmağımı sallıyorum, hiç oralı değil. Kaldım mı hanenin içinde? Karımı o kadar
sevmiyor muymuşum yahu? Gözüm gibi baktığım sandığım orada, ona bakan yok,
canım benim, biraz daha kalabilirdim burada.
Kediler de amma bağırdı ha. Yerimden kaldırdınız beni. Ne
var sizi zilliler? Ne diyorsunuz anlamıyorum. Ne varmış? Ne tarafta? Tanrım...
YAZAR
Evet, saat dört, kedi korosuna hoş geldiniz!
“Sokağın nazenini Sabiş ve esaslı dişisi Naciye’nin mama
kaplarına erkek bir tekir dadanmış. Nasıl da arsız! Kızların mama kaplarını sıyırmadan
içi rahat etmiyor. Sabiş için hava hoş, miyav miyav miyav miyav miyav, sahibinin
güzel gözlü kedisi o. Yiyip gider. Naciye öyle mi? Bastığı yeri titreten irice
bir sarman, şaşkın bakışlı. Mama kaplarının yeni bekçisi o. Tekir kaba
yaklaştıkça Naciye hırlıyor tıslıyor. Ataerkil düzenin onu aç bırakmasına izin
vermeyecek! O kadar kolay değil Tekir efendi, o kadar kolay değil...”
Yürü be Naciye!
Sol eli yumruk halinde klavyeden kalkarken kendine geldi.
Foşurt! Aha komşu başlarından aşağı suyu boca etti zaten.
KEDİLER
Bu mama kabı niye boş bu mama kabı niye boş aç mı kalayım
sokaklarda başka sahip mi bulayım vicdanınız sızlamayacak mı benim gibi
güzelini bir daha bulabilecek misiniz
Sus Sabiş, kafamı şişirdin. Yok işte mama, gelince yeriz.
Sen öyle sessiz sessiz dur da bekle gelsinler mır mır miyav
miyav ses çıkaracaksın ki yeter deyip gelecek aşağı verecek mamayı şu haline
bak zaten kim sana mama versin hem şişko hem şapşal
Düzgün konuş benimle!
Napacan sahibimize iki mır mır miyav miyav yaparım bana
inanır seninle ilgilenmez hıııh ayyyhhh ağzını yırtasım var
Ciyaaakmiyaaavcaaaak
Dursana, dur, dur, bir şey kımıldadı şurada. Ne biçim bir
şey o?
Ay mama geldi resmen mama biri mama vermeye çıktı bu gece de
aç kalmadık oh hani nerede pek de tipsiz ama maması varsa umurumda olmaz mama
var mı mama mama
Tısssssssshuzurrrbulamayasssssınsss
KARA BÜYÜ
Tısssssssshuzurrrbulamayasssssınsss
Eliiniiiattıııığıııınherrrrişşşşkurusssuuun
YAZAR
Sensörlü lamba yine geceyi aydınlatıyor. Sudan kaçan kediler
iş başında.
Kedili hikaye ilerleyecek gibi sanki. İşin cılkını
çıkarmazsam.
Odadan cımbızla aynayı alıp salondaki ışığın altına geçti,
çenesini yoklamaya
başladı.
Gecenin beşinde kıl tüyle de uğraşayım tam olsun.
“Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!”
Bir melodiyle söylemeye çalıştı. Cımbız çenesini sıkıştırdı.
Ah!
Kedileri merak etti. Pencereden başını uzattı. Suyun etkisi
uzun sürmemiş. Boşluğa dikilmiş iki çift göz.
HAYALET, KEDİLER, KARA BÜYÜ
Ne bet bir şeysin sen öyle! Git buradan git git git! Kimin
zehirli nefesini taşıyorsan ona git! Ben de muharrire bayılmıyorum, sandığım
dolabım ne varsa kaldırttı ama öyle eni konu rahatsız da değilim. Hem bu eve
huzursuzluk hiç uğramadı. Seni sokmam buraya. Hiç kusura bakma!
Tısssssssshuzurrrbulamayasssssınsss
Eliiniiiattıııığıııınherrrrişşşşkurusssuuun
Ya bu bize mama vermeyecek galiba sesini de hiç sevmedim ne sahibimizinkine
benziyor ne komşularınkine
Diklen diklen, kediyiz biz. İnsanların içinde rahatız diye
saldın iyice. Diklen ya, hiç güvenmedim bu tipe.
Tısssssssshuzurrrbulamayasssssınsss
Eliiniiiattıııığıııınherrrrişşşşkurusssuuun
Başka bir şey bilmez misin sen? Başka kapıya yallah. Yersin
bastonu kafana. Ben görüyorum seni. Şunu şöyle içinde çevirip bok çuvalı gibi
atmayayım seni. Aferin, bağırın zilliler, şişirin bu bet varlığın kafasını.
Tısssssssshuzurrrbulamayasssssınsss
Eliiniiiattıııığıııınherrrrişşşşkurusssuuun
Bırak bastonumu, n’apıyorsun densiz! Hanemden çekiyor beni
utanmadan. Şuradan şuraya gitmem. Ayaklarım hala eşikte bak. Nasıl lanet bir
nensin sen! Buraya aitim ben. Bırak beni. Bıraksana. Böyle mi gidecektim?
Elveda anılar, elveda. Sana da iyi şanslar muharrir. İşin zor. Çok zor.
Bilmiyorsun bilmi...
Hahahahahahahahahah
Tısssssssshuzurrrbulamayasssssınsss
Eliiniiiattıııığıııınherrrrişşşşkurusssuuun
Kaçtım ben kaçtım kaçtım işte sen uğraş dur bununla
kediymişiz biz kediyiz ama manyak değiliz çok şükür önümde daha uzun yıllarım
var benim
Neyse ben de çok bulaşmayayım. Sağı solu belli değil gibi.
Zaten sabah olacak. Yavaştan uykuya geçeyim. Saygılar gölge bey, gölge hanım, her
neysen, saygılar.
YAZAR
Kış iyiden iyiye yaklaşmış. Rüzgar nasıl da sarsıyor
kapıları pencereleri.
Neredeyse sabah olacak. Karanlığın son anlarını damıtmak
lazım.
Sensörlü lamba takıldı galiba. Sensörlü lamba! Bunun
öyküsünü yazayım bari, bu geceden elim boş dönmeyeyim.
“Gecenin karanlığında bir sensörlü lamba. Bütün
kımıltısızlığa rağmen ışıl ışıl. Yoksa insan gözünün göremediklerini de mi görüyor?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder