Sevgili Rıza (Öykü)


Sevgili Rıza,

Bu mektubu yazmak öyle zor ki... Hele, birlikte geçirdiğimiz onca yıldan sonra. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi bu zamana kadar. Ben de isterdim sonsuz dek sürsün beraberliğimiz. Ama olmuyor işte. Ne kadar zorlasam da olmuyor. Geceleri uyku tutmaz oldu senin yaptıklarını düşündükçe. Yaşadığımız güzel anları hayal meyal hatırlıyorum. Ne yazık ki, beni kararımdan caydıramayacak kadar kuvvetsizler artık.

Ne kadar masum bir çocuktun halbuki. Sünnet olduğun günü adım gibi hatırlıyorum. İkimiz de küçücüktük. Göster amcalara demişti annen gülerek. Baban gururla şişiniyordu koltuğunda. Beyaz sünnet kıyafetini kaldırmıştın. Yaram tazeydi daha. Ama insan içine ilk çıkışım olduğu için boynumu bükmemeye çalıştım. Bütün vakarımla selamladım odadakileri. Senden çok bana ilgi gösteren meraklı gözler, aralarında pilavın pirinçleri kalmış dişler... Nereden bilirdim çilemin aslında o gün başladığını?

Benimle oynamaya bayılırdın. Beni amcalara göstermeni isteyen annen eline vururdu. “Çek elini, çocuğun olmaz.” Hoş, haklı çıktı, çocuğun olmadı. Ama annenin aksine benimle rahat rahat oynayamamanın payı var diye düşünüyorum. Aslında uzun cümlelere, psikanalize gerek yok. Psikanaliz ne diyeceksin, Freud lafı kaçacak ağzımdan, onu da anlamayacaksın. Sığır. Hanımlar, Freud demiş ya erkeklik organını kıskanıyorsunuz falan. Onun ufaklığa söz hakkı tanısalarmış da anlatsaymış çektiği çileleri. O yüzden içiniz rahat olsun. Neyse, konumuz sensin Rıza. Sen ve senin hıyarlıkların.

Büyüdükçe garipleştin sen. Ergenlikte baban seni elinden tutup “mektebe” götürdüğünde “milli” olduğunu eşe dosta anlata anlata bitirememiştin. Ne yalan söyleyeyim bazı cüretkar hamleler o sırada dünyadan bihaber olan bendenizi de epey etkilemişti ama sonuçta para veriliyor, ortada bir alışveriş var. Ekmek parası için kendini meta olarak sunmak zorunda kalan kadınlar... (Metayı da anlamazsın ya neyse.) Bütün kadınlar elinin kiriyidi, hepsi sokulacak delikti. Her kadın gördüğünde “Bi’ verse” dedin. Hiçbiri vermedi. Oh, ne güzel oldu. Kibarlık nedir bilmezsin, karakter desen sıfır, ömründe kendini geliştirmek için parmağını oynatmamışsın. Neyine güveniyorsan? Benim de canım istiyordu elbette, fakat böyle değil. Bazı zamanlar hıncını benden öyle bir alıyordun ki üstümde oluşan yaraları, sıyrılmaları not alsaydım buradan insan hakları mahkemesine kadar yol olurdu. Yine de katlandım sana. Boşalmak güzel oluyordu. Müthiş bir rahatlama.

Sonra ailen sana bir kız ayarladı. “Kız”. Tam istediğin gibi. Öyle senin salya saçtığın türden değil. Eli erkek eline değmemiş, gözü açılmamış. “Sabah akşam s.kerim ben bunu” dedin. (İnkar etme, çok iyi duydum.) Dilim olsa da söylerdim valla: “Ablacım, bu hıyardan sana hayır gelmez. Yol yakınken geri dön.” Tabii, o da haklı. Kim sordu ki ona senin gibi bir ayıyı isteyip istemediğini. İlk gece beni uykumdan zorla uyandırdın, atıldın kadının üstüne. Sürpriiiz! Sokamadın beni. Geçit yok. İçinde patlayan hormonların başına vurdu. Bağırıp çağırdın, duvarları yumrukladın. Bir tokat da kadıncağıza. Bak sana yine anlamayacağın bir şey söyleyeyim: O kadın sen ve senin gibiler yüzünden öyleydi. Her gece denedin, her gece aynı engel. “Bu kadın hatalı” dedin, evine yolladın kadını. Nasıl yırtına yırtına ağlamıştı. Senin umurunda değildi. Benim içim parçalandı. “Gönderme, n’olur. Babam, abilerim yaşatmaz beni. Kalayım. İstediğin her şeyi yaparım.” Bir yüreğim olsa o feryatları duyduktan sonra yaşayamazdım herhalde. Sen dinlemedin, onu gönderdin. İki hafta sonra gelen şüpheli intihar haberine de gülüp geçtin.

Her çektiğin otuz bir artık benim için zulüm haline geldi. “N’olur. Kalayım”. Boşalmalar şaşaasını yitirdi. Yine de katlanmak için taşaklarımdan gelenin en iyisini ardıma koymadım. Nasılsa seninle doğmuştum, senin bir parçandım; ben sensiz, sen bensiz... Yok düşünemedim. Fakat sen gemi iyice azıya aldın. Yahu, bir de benim dikime gitmek diye deyim uydurmuşlar. Herkesin ağzında sakız. Ben mi dedim sana git metrobüsteki kadınlara beni daya, sürt diye. Her seferinde boğulur gibi oldum. Yapma dedim, duymadın veya duymazlıktan geldin. Seninle iletişim kurmaya çalıştım, nafile. Kadıncağızlara değmeyeyim diye kendi içime büzüldüm de büzüldüm. Ben utandım, sen utanmadın!

Bardağı taşıran son damlayı sen de tahmin ediyorsundur. Olanları anlatmaya dilim varmıyor. On dokuz yaşında bir kız. Gece arkadaşlarıyla eğlenceden dönüyor belli. Yanakları alkolden hafif kızarmış. “Heh,” dedin, “bana mı vermeyecek?” Karanlıkta arkasından yaklaştın. Sorunun cevabını biliyordun ki direkt elinle ağzını kapattın. “Sesini çıkarırsan gebertirim seni.” Kız direnmeyi bıraktı. Onu yere yatırdın. Eteğini ve külotunu parçaladın. Kızın gözlerinden yaşlar damlamaya başladı. Yapma diye haykırdım. Bu sefer duysaydın keşke. Duymadın. Beni soktun çıkardın soktun çıkardın soktun çıkardın. “Nasıl da ıslandın kevaşe. Sen de istiyordun tabii.” Kendimi tutmaya çalıştım. Boşalmamı engellemeye çalıştım. Olmadı. Elini çektin. Kız kımıldamadan kaldı yerde. Yaşıyor mu diye dürttün, boğuk bir hıçkırık gelince için rahat etti.

Nefret ediyorum senden! Adın Rıza ama hiçbir ilişkinde rıza aramadın. “Kızın rızası vardı” dendi, hapisten yırttın. Beni sallaya sallaya dolaşmaya devam ettin. Oysa ben biliyorum hakikati. Senin yaşaman gereken hapsi, bedenine bağlı olmakla yaşıyordum. Senin bir parçan olmak benim için bir utanç kaynağından öte değil. Düşünüyorum da... sen beni de kullandın. Benimle hiç işin olmadı ki. Beni kullanarak gücünü kanıtlamaya çalıştın. Varsa yoksa sen ve senin doğa kanunlarındı. Daha fazla dayanamadım. Dayanmak için nedenim de kalmadı. Bu sabah beni her zaman yokladığın yerde bulamayacaksın Rıza. Böylece hem kendimi hem de başka zavallı kadınları (belki de çocukları!?) senden koruyabilirim. En azından verdiğim kararla gurur duyabileceğim.


Umarım seninle bir daha hiçbir yerde, hiçbir şekilde karşılaşmayız. Elveda.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.