Orman (Öykü)

Debra Bernier'in doğal ortamda yaptığı heykellerden.
Ormanda buldu onu. Kenarları kurumaya yüz tutmuş yapraklara sarılı bir koza. Aradaki boşlukta, huzurla uyuyan bir kadının belli belirsiz yüzü. Elini yüze tuttu. Elinde ısıyı hissetti. Derin bir nefes aldı. Neredeyse kendi boyu kadar olan kozayı kucakladı. Aynı kundaktaki bir bebeği taşır gibi.

Yaklaşan baharı haber veren gece ayazı yüzünü yalarken kulübesine yöneldi. Yere düşmüş minik dallara basa basa. Çıtırtılar rüzgarın uğultusuna karıştı. Bu gece yalnız değildi. Gülümsedi. Alplerin üstünde ay ışığıyla aydınlanan karlar. Soğuğu hissetmedi. Yalnız değilim bu gece.

İçeri girince kozayı kapının yanında duvara yasladı, kapıyı çekip sürgüledi. Kozayı tekrar kucakladı. Bu sefer daha acemice. Çamdan kendi yaptığı geniş, kaba masanın tam karşısına koydu. Şömineye birkaç kuru odun koyup öncekilerle birlikte hepsini ateşe verdi. Alevler dans ediyor gibiydi.

Hep hazırda duran koca kazana yöneldi. Altındaki çıraları yaktı. Çorba kaynamaya başladı. Geleneksel sarımsak çorbası. Belki de kış boyu böyle böyle hasta olmadım. Kışın çok fazla yemek seçeneği yoktu zaten. Bir tabak koydu kendine. Kaşık almaya gidecekken içi rahat etmedi, gitti kozanın duruşunu düzeltti. Rahat mısın? Ses gelmedi. Elini yine yüzüne koydu. Hafif bir buhar. Üşüdün mü yoksa? Şömineye bir parça odun daha.

Dedikodu çabuk yayıldı. Elalemin gözleri keskindir.

Yirmi dört numaralı kulübeden haberiniz var mı?

Eve götürdüğü şeyi gördünüz mü?

Adamlar kadınlara, kadınlar adamlara fısıldadı.

Ne yapacak ona?

Bir kadının irileşen gözleri.

Yapılacak belli?

Pantolon askılarını tutan bir adamın gevrek gevrek sırıtışı.

Sessiz kalanlar oldu. Birkaç adam gözlerini kıstı.

Yolunu şaşırmış bir ak karınlı ebabil. Gökyüzünde süzüldü. Sönük odun ışığına doğru. Pencerenin pervazına kondu. Camda gaga sesleri. Bahar yaklaşıyordu ama daha ayaz vardı.

Tık tık.

Höpürdeterek bir yudum daha çorba aldı.

Tık tık.

Bir misafirim daha var. Gülümsedi. Camı aralayıp rüzgarla birlikte kuşu avuçladı. Kurumaya başlayan yapraklardan biri aralandı. Adam görmedi.

Alplerde sabah erken başladı. Orman kuşlarının sesleri horozların sesleriyle karıştı. Adam, yatağında gerindi. İşler beni bekler. Saf yünden örtüsünün sıcağı. Cesaretini toplayıp kalktı. Ateş sönmüş. Camlarda buhar. Koza bıraktığı yerde. Yalnız, yüzü biraz daha?

Kozanın başında uyuklayan ebabil kapının açıldığını duyunca aralıktan uçup gitti. Hiç böyle evcilini görmemiştim. Çimenlerin üstünde çiy. Odun yığınının üstünde de. Baltasının sapını sildi. Şömineye odun. Bir, iki, üç... on, alnını sildi, yirmi. Şimdilik yeter. Tavuklarına gitti. İki yumurta. Güzel. Küçük birer delik açıp sıcak sıcak içti.

Güneş iyice yüzünü gösterdi. Kapının önündeki sandalyeden manzara. Dizi dizi dağlar. Beyazlar, yeşiller. Belli belirsiz bir şelale.

Bir kelebek uçtu. Kapının aralığından içeri girdi. Gülümseyerek onu seyretti. Misafirim var yine.

Sonra bir kelebek daha. Bir misafir daha.

Bir kelebek... Arka arkaya rengarenk bir sürü kelebek kapının bir iki santimlik aralığından geçiyordu. Açıkta yemek bıraksam... kelebek niye gelsin?

Kelebeklerin ardı arkası kesilmiyordu. Aralarına karıştı, kapıyı itip içeri girdi. Hepsi kozaya. Kuru yapraklar dökülmüş. Kadının bütün vücudu, saçları çiçeklerle... Hayranlıkla bakakaldı. Kelebeklerin hepsi birer çiçekten karnını doyuruyordu. Su mu vermeli? Ne yapmalı? Eli ayağına dolaştı.

Tezgaha yöneldi. Kenarda tuttuğu su orada. Eğildi. Arkası dönük. Koza kımıldadı. Karnını doyuran kelebekler teker teker kapının aralığından dağlara uçtu. Çiçekler de döküldü. Kadın çırılçıplak kaldı duvarın kenarında.

Adam elinde suyla döndü. Gözleri irileşti. Üşüyeceksin! Suyu kadının ayaklarının dibine bırakıp dolabına koştu. Oduncu gömleklerinden birini, kahverengi keçe pantolonunu ve deri kemerini kaptı. Kadın hala kaskatıydı, giydiremedi. Gömleği kadının omuzlarına bırakıp suyu ısıtmaya gitti.

Elalemin gözleri keskindir. Burada çocuklar da erken kalkar.

Pencerenin pervazına tutunmuş parmaklar ve içeriyi gözetleyen bir çift mavi göz görünmez o tarafa bakılmazsa.

Anneee, babaaa! Adam kadını yarattı. Kelebekleri gördüm.

Haberler kulaktan kulağa gitti.

Kadın bereketli belli.

Ondan faydalanıp atar.

O zaman bizim işimize yaramaz.

Neden tek kişinin oluyormuş?

Kadın çözülüyordu. Hayat doluyordu anbean. Adam hiçbir anı kaçırmamak için gözlerini ondan ayırmayacaktı. Canlılık yanaklarına yükseldi. Şakaklarına, alnına... Gözleri açıldı. Adam irkildi, ardından gülümsedi.

Hoş geldin!

Kadın şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Dizlerinin bağı çözüldü, düşecekken adam yakaladı. Gel, otur. Sandalyeyi çekti. Kadın çıplaktı çıplak olmasına ama adam onun vücudunda yeşil ve kahverengi yamalar fark etti. Yaprak ve kabuk gibi. Gömleği bu sefer tam giydirdi, bütün düğmelerini tek tek ilikledi.

Ayağa kalkınca pantolonu da giydiririm.

Kadın sessiz. Onu korkutmamışımdır umarım. Yukarı çevrilen gözlerde korku yoktu.

Aç mısın? Sarımsak çorbam var.

Kadın başını salladı. Adam alelacele kazanın altını yaktı. Çorba azalmıştı. Hemen kaynadı. Sakar hareketlerle bir tas doldurdu. Masaya bıraktı.

Kaşık, kaşık getireyim!

Kadın eliyle gerek yok dedi. Avuç içine baktı. Başparmağının ucundan bir dal çıktı, onun da ucunda çanak şeklinde bir yaprak yeşerdi. Adam hayranlıkla ona baktı. Kadın çorbayı yudumlamaya başladı.

Adam bir sohbete başlamak istedi ama aklına konu gelmedi. Neredeyse konuşmayı unutmuşum! Gerçi, ormandan gelen bir misafire ne denir ki? Heyecandan titreyen ellerini tuttu. Kadın ona baktı, gülümsedi.

Orman nasıl?

Eliyle kafasına hafifçe vurdu. Böyle mi konuşulur? Hem, belki dil bilmiyor, belki konuşamıyor...

Kadın elini masaya bastırdı. Masanın oyuklarından fışkıran filizler. Gözleriyle yanıtladı: Böyle.

Ben, ben çok severim ormanı. Biliyor musun, burada doğup büyüdüm. Annem ben küçükken çok kötü bir hastalığa yakalandı. Biz ne olduğunu öğrenemeden öldü gitti. Babamla yaşadık sonra. Kulübenin işlerinin nasıl yapıldığını öğretti bana. Sonra o da kalpten... Kardeşim yok, akrabalar uzakta. Şey, arkadaşım da yok aslında. Birkaç kulübe var, hepsinde de kendi halinde aileler var. Pek muhabbet olmuyor anlayacağın.

Kadın gözlerini dikmiş onu dinliyordu. Sıkılma belirtisi yoktu. Zaten adam da fark edemeyecek kadar hevesliydi.

Seni ormanda buldum, getirdim. Kaçırmadım yanlış anlama. Üşürsün gibime geldi. Burayı hep ısıtırım. İstediğin zaman gidebilirsin. Ben, ben sadece misafirim olsun... gelen giden pek...

Kadın adamın kolunu tuttu. Gözleriyle anlıyorum dedi. Daha buradaydı.

Ne yer ne içersin? Ah, biraz daha erken kalksaydın taze yumurtalardan verirdim sana.

Kadın yüzünü ekşitip başını çevirdi.

Öğlen için tavşan avlasam... İster misin?

Kadın ağzını açıp boğuk bir çığlık attı.

Tavşan olmadı. Peki, keklik?

Yine boğuk bir çığlık. Elini havaya kaldırdı. Parmaklarından dallar uzadı. Dalların ucunda yapraklar. Diğer eliyle birkaç yaprak koparıp yedi.

Anladım galiba! Mantar toplasam?

Çığlık gelmedi.

Anlaştık. Adam ayağa kalktı. Kadın da ayağa kalktı. Adam pantolonu giydirdi kadına. Birlikte ormana yöneldiler.

Gözler her yerde. Kulübelerin camlarına, ağaçların dallarına yapışmış.

Gördünüz mü nasıl alıkoydu kadını?

Kadınlar hep bir ağızdan aaa dedi. Çocukların kulakları kapatıldı.

Adamlar başlarını salladı.

Ezik bir tipti, bakın şu işe.

Kahkahalar dağlarda çınladı.

Orman dönüşü. Kadının gömleğinin önünde enva-i çeşit zehirsiz mantar. Adamın iki elinde birer tutam ot. Kıskanç gözler her yerde.

Gördünüz mü? Bütün kaymağını o yiyor.

Hepimiz aynı yerin insanları değil miyiz?

Kulübenin etrafı hiç olmadığı kadar hayat doluydu. Kadının çimenlere attığı her adımın ardından beliren kır çiçekleri. Pembeler, morlar, sarılar... Dokunduğu yerlerde yeşiller.

Ormandan gelmemiş olsan sana dağları gezdireyim derdim. Canın ne ister ki? Kimse gelmeyince fark etmemişim, hiç eğlenceli bir şey yok evde. Okuman var mı?

Kadın başını eğerek evet dedi.

Harika! Merkezden kitap alsam okur musun? Veya başka bir şey?

Kadın, kenarda duran defter ve kağıt yığınını işaret etti. Onlar nedir dercesine.

Şey, onlar benim karalamalarım. Saçma sapan şeyler. Masalımsı, anlamsız. Yalnız kalınca...

Kadının elini uzattı.

Peki, hmm, şu biraz daha düzgündü.

Sayfaları hızlı hızlı çevirmeye başladı. Gözleri çılgınca sağ sol, sağ sol, sağ sol. Defteri kapattı. Gülümsedi. Adam onun dalga geçtiğini düşündü.

Cidden okudun mu?

Başıyla onayladı. Sayfalardan birine küçük bir kır çiçeği bıraktı.

“Oduncu, bu kadar çok ağacı kesmek zorunda olduğu için diğer ağaçlardan özür diledi. ‘Kış geliyor ama baharda yeni ağaçlar ekeceğim!’ Gözyaşlarını sildi. Nereye fidan dikeceğini hatırlamak için kırmızı beyaz bir ipi açıkta kalan ağaçlardan birinin dalına bağladı. Babası, Bulgaristan’a gittiğinde bu gelenekten...”

Burayı mı sevdin? Kendimi çok fazla anlatmamış mıyım? Yani, burada her gün aynı şey, aynı insanlar. Ne yazsam içinden hep ben çıkıyorum. Sinir olup yırttığım o kadar şey oldu ki... Aklıma ne geldi. Sen gezdirsene beni. Ormanı, bilmediğim yerlerini. Belki senin de masalını yazarım.

Kadın gülümsedi.

Günler günleri kovaladı. Gitmedi.

Adam, hep o bir gün gidecek diye bekledi. Ama gitmedikçe ona daha çok alıştı. Yan yana olmaya. Uykusunda onu seyretmeye. Birlikte ormanı dolaşmaya. Giderse ne yapardı? O yanındayken içine tarifsiz bir sıcaklık doluyordu. Giderse buz gibi olurdu, buz... Acaba, o da?

Gözler hep izledi. Ormandaki gezilerden elleri hiç boş dönmemeleri... Her yaptıkları dikkat çekti.

Kim bu kadın?

İn midir cin midir?

İnsandan farkı yok yahu!

Benim evime de böyle bolluk getirsin, inmiş cinmiş umurumda olmaz.

Benim de.

Benim de.

.
.
.

Yine bir akşam, yine karanlık. Herkes evlerine çekildi. İnsanlar kulübelerine, hayvanlar yuvalarına. Kadının üstünde gezdirdiği renkli bir böcek kulübenin zeminindeki bir oyuğa daldı. Adam yattı. Kadın da yanına.

Gece bütün soğuğuyla çöktüğünde diğer kulübelerin kapıları açıldı. Ellerde meşale, ellerde balta, ellerde tüfek. Temkinli adımlar.

Kadının gözleri birden açıldı. Adamı dürttü. Daha şiddetli. Daha da şiddetli.

N’oldu canım?

Eliyle ormanın yönünü gösterdi. Adam duvara baktı, sonra anladı.

Ne var ormanda?

Bir eliyle adamı çekiştirirken diğer eliyle kapıyı gösterdi. Defalarca. En sonunda adamı yataktan çekip düşürdü.

Tamam tamam, kalkıyorum.

Hala çekiştiriyordu. Kapıdan çıktılar. Adam ileride meşalelerin ışığını gördü.

Ah, aptal kafam! Seni neden onlara bu kadar gösterdim ki? Merak etme, seni almalarına asla izin vermem. Asla!

Kadın adamın elini tuttu. Ormana doğru. Koşmaya başladılar. Adam kadına bıraktı kendini. Onun evinde, onun istediği yere gidecekti.

Ormana daldılar. Adamlar geride kalmış gibiydi. Biraz ilerlediler. Köpek sesleri. Kokularını takip ediyorlardı. Geceyi inleten havlamalar eşliğinde. Çok fazla köpek vardı. Farkında olmadan etrafları sarılmıştı bile.

Gece gece kaçamazlar demiştim!

Hahahahahah!

Kadın, ayağıyla toprağa etraflarını saran bir daire çizdi. Köpekler onların kokusunu alamaz oldu. Kadın gidin diye fısıldadı köpeklere. Köpekler insanların ürettiği türlerdendi, onu anlamadılar.

Köpekler ne ileri ne geri gidiyordu. Adamlar yaklaşıyordu. Gecenin soğuğunda amansız bir kapan. Adam kadına baktı.

Buradan gidemezsek... Seni seviyorum.

Kadın, adamın suratına bir toz üfledi, adam tatlı bir uykuya daldı. Küçük bir ateş yakıp adamın ona verdiği kıyafetleri yaktı ve kıvılcımlar etrafa saçılmadan avucunun içinde söndürdü. Sonra, onu bir bebek gibi kucakladı, aynı adam onu ormanda bulduğunda yaptığı gibi. Kolları ve bacakları uzadı, dallanıp budaklandı; adamı sarıp sarmaladı, gecenin soğuğundan korudu.

Adam, hiç olmadığı kadar huzurla uyudu.

.
.
.

Yanağında bir tokat patladı. Gözlerini açtı.

Hey, ahali, uyandı sonunda!

Nereye sakladın lan kadını?

Kadın? Kadın orada değil miydi? İçi rahatladı. Sonra yüreği sıkıştı. Gitmişti demek. Etrafına bakındı. Tırmık ve kürekler, birinin müştemilatı. Tavandaki bir kirişe bileklerinden halatla bağlanmıştı. Belden üstü çıplaktı. Boynunu eğebildiği kadarıyla kan damlaları ve morlukları fark etti.

O soğukta bir ağaç kovuğu bulunca kütük gibi uyumuşsun.

Yarattığın kadını bu kadar sahipsiz bırakırsan kaçar.

Hahahaha!

Yaratmadım onu. Buldum. Yardıma ihtiyacı vardır diye getirdim. Sahibi değilim. Kimse değil. Siz de!

Sus lan!

Birisi sigarasını adamın sol omzuna bastırdı. Adam acıyla inledi.

Şaka yapmıyoruz. Kadın nerede?

Adam gözlerini indirdi.

Bilmiyorum. İstediğini yapar. Gitmek istediyse gitmiştir.

Başka birisi bıçağının ucuyla karnını çizdi.

Demek bilmiyorsun.

Yanındaki bir kaseden bir tutam kaya tuzu alıp yaraya bastırdı.

Adamın bu sefer kendini sıktı, bağırmadı.

Bırakıp gitmesi umurumuzda değil. Ne zamandır görüyoruz. Ellerin hiç boş kalmadı. Bizim de çoluğumuz çocuğumuz var. Bütün bereketi kendine saklaman insanlığa sığar mı?

Ne zamandır etinden sütünden yararlandı tabii kadının, istediği zaman gider demek kolay şimdi.

Yeri bilmiyorsan da tanımışsındır artık. Tahmin yürüt!

Biri tüfeğinin soğuk ucunu adamın burnuna dokundurdu.

Kafanın çalışmasına yardım edeyim.

Adam etrafını saran bu çakal sürüsüne kayıtsızdı. Fiziksel acısı gelip geçiyordu. Kadını düşündü. En son onu nasıl gördüğünü. Yüzünü karanlıkta seçememişti. Tatlı bir uyku bastırdığını hatırlıyordu. O kadar. Sahiden, bırakıp gitmiş miydi onu? Kokusunu hatırladı. Geçtiği yerde bıraktığı taze çimen, toprak ve çiçek kokusunu. Şu anki ter ve barut kokusuyla alakası olmayan o kokuyu. Tüfek burnunu dürttü.

Kime diyorum?

Bilmiyorum! Bilsem de söylemem zaten!

Burnuna inen bir kabza. Burnundan dudaklarına, dudaklarından çenesine ve çıplak göğsüne süzülen kan.

Bu böyle olmayacak. Başka bir yol bulmak lazım konuşturmak için.

Adam darbenin etkisinden biraz kurtulunca gözü karşısındaki küçük, kırık cama takıldı. Rengarenk bir kelebek yalpalaya yalpaya içeri girdi ve koltukaltının arkasından dolanıp kulağına yanaştı. Bir fısıltı. Adam gülümsedi.

Bir tanesi tüfeği hala ona doğru tutuyordu. Diğerleri adama yapılacaklarını tartışırlarken pencereden ve kapının altından giren sürgünleri görmediler. İnce dallar onlara doğru uzadı. Tam suratlarına. Geceki tozdan. Hayır diyemeyecekleri tatlı bir uyku ele geçirdi onları. Sonra tüfeği sarmalamaya başladı dallar. Tüfeği tutan bunu fark ettiği anda onu çekmeye çalıştı ama dallar kuvvetliydi. Namlu gıcırdayarak bükülürken parmakları gevşedi.

Kadın ellerini tavana uzattı. Birkaç diken çıkarıp ipi kopardı. Adam seni özledim dedi gözleriyle.

Ellerinde kalan ipi çözdü adam. Kadın adamın kanlarını sildi, burnuna dallardan bir destek koydu. Ardından yapraklardan bir karışım yaptı, tükürüğüyle ıslatıp adamın yaralarına yapıştırdı.

Gidelim dedi başıyla. Adamın elini tuttu. Ormana yöneldiler.

Dur.

Adam pantolonunu, ayakkabılarını çıkarıp kenara attı. Birlikte ağaçlara doğru koşmaya başladılar. Kadının dallanıp budaklanan eli, adamın dallanıp budaklanan eliyle birleşmişti.


Mavi gözlü çocuk onların ormanda ve birbirlerinde kaybolmalarını seyretti.


Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.