Bir Kediyle Sohbet, Hilaire Belloc (Çeviri)



Yazar: Hilaire Belloc
Çeviren: Tuğçe Ayteş

Geçenlerde bir tren istasyonunda bara gittim, bir bardak bira aldım ve insan ruhunun elzem ama trajik tecridi hakkında düşünüp taşınmak için küçük bir masaya oturdum. Derin düşüncelerime, doğadaki her varlığın içinden ortak bir şeyin geçtiği hakikatiyle kendimi avutarak başladım, fakat sonrasında bunun zerre kadar önemi olmadığını ve kalbin daha fazlasını istediğini göz önünde bulundurdum. Uzun araştırmalar sonucunda bu ikisinden daha basmakalıp üçüncü bir ifade keşfedebilirdim, ta ki talih veya kayan bir yıldız bana turuncuya çalan açık kahverengi, ipek gibi uzun tüylü bir kedi gönderene kadar.

Milletlerin hak ettikleri kedilere sahip oldukları doğruysa İngilizler kedilerin iyilerini hak ediyor çünkü dünyada daha müreffehi veya dostanesi yok. Ama bu kedi, bir İngiliz kedisine göre bile fevkalade dostane ve hoştu... bilhassa dostaneydi. Tek, zarif bir sıçramayla kucağıma atladı, oraya yerleşti, sevimli sağ ön patisini uzatıp tanışma mahiyetinde hoş bir ürkeklikle koluma dokundu, bir gözünü uyanık ama saf alakayla bana çevirdi ve ardından onay babında gizlice gülümsedi.

Hiç kimse, böyle bir yaklaşımdan sonra herhangi bir karşılık vermeyecek kadar çekingen davranamaz. O yüzden ben de karşılığımı verdim. Hatta Amathea’yı (çünkü o isimle bu tasavvuru edindim) okşamaya bile cüret ettim ve bu harekete, yabancılara karşı kibar tavırların en iyi örneklerinden esinlenerek saygılı bir şekilde başlamama rağmen çok geçmeden biraz samimiyet katar hale geldim, zira dokunulduğumda bir arkadaşım olduğunu keşfettim; evet, burada, S.W.99’daki namluların ucunda bile. (Haklı olarak) okşamadan konuşmaya geçtim ve dedim ki “Amathea, kedilerin en güzeli, bunca lütuf için herkesin arasından neden beni seçtin? Bende nefes alıp veren her şeye karşı bir dost bulunduğunun farkına mı vardın, yoksa sen de mi yalnızlıktan mustaripsin (gerçi, kendi sevgili yuvanın yakınında olduğunu varsayıyorum) ya da bazı insanların yüreklerinde olduğu gibi hayvanların yüreklerinde de merhamet mi var? Senin saikin neydi peki? Veyahut ben, aslında, tanrılardan hangi şekilde nasıl bir iyilik gelirse gelsin, onu kabul etmek yerine soru soracak kadar budala mıyım?”

Bu sorulara Amathea yüksek bir mırıltıyla cevap verdi ve bu karşılaşmadan aldığı keyfi gözlerini zevkle kapatarak ifade etti. 

“Koltuklarım müthiş kabardı Amathea,” dedim, cevap mahiyetinde, “teselli buldum. Dünyada, sadece arkadaşlık için arkadaşlık eden ve derin bir his yoluyla, bütün canlıların arasından bir tanesinin arkadaşlığını isteyen, böyle turuncumsu kahverengi mükemmelliğinde olması şöyle dursun, nefes alıp veren ve hareket eden hiçbir şey olduğunu bilmiyordum. Bana kelimelerle hitap etmesen de sebebi biliyorum ve bunu takdir ediyorum, çünkü kelimelerde ihtilaf tohumları yatar ve sevgi en derin halinde sessizdir. En azından bir kitapta öyle okudum Amathea; evet, daha geçen gün. Fakat itiraf ediyorum, kitap bana kelimelerden daha iyi olan hareketler veya zavallı kalbimin tüm minnettarlığıyla sana bahşetmeyi sürdürdüğüm okşama hakkında hiçbir şey anlatmadı.”

Amathea buna, kibirli olmayan, ufacık bir onaylama hareketi yaptı; başını hafifçe sallayıp ardından derin bir memnuniyetle onu iyice yerleştirdi.

“Ah, güzel tüylü Amathea, seni methetmem için beni bulmadan önce pek çokları senden övgüyle söz etmiştir ve varlığının bağları beni artık tutmadığında, pek çokları senden övgüyle bahsedecektir, bazıları da senin lisanında. Ama kimse senin hakkında daha içten övgüler edemeyecektir. Zira, bir kedinin dört efsununun kapalı gözlerinde, uzun ve sevimli tüylerinde, sessizliğinde ve hatta yapmacık sevgisinde yattığını benden daha iyi bilen hayatta tek bir insan yok.”

Fakat Amathea yapmacık kelimesini duyunca başını kaldırdı, bana kibarca baktı, patisini bir daha uzatıp koluma dokundu, sonra mırıltılı bir mutlulukla tekrar yerine kuruldu.

“Emniyettesin,” dedim kederli kederli, “önünde fanilik yok. Rehavetinde ne ölüme ne de ayrılığa dair bir önbilgi var. Bundan dolayı da, Kedi, seni daha da memnuniyetle ağırlıyorum. Çünkü senin türüne günlük yaşamdaki bu sükun verilmişse, bak o zaman biz insanlar da senin izinden giderek, nelerin olup bittiğini ve asla geri gelmeyeceğini hatırlamayarak onu bulabiliriz. Bana gençliğimi hatırlattığın ve hayal meyal bir biçimde, bir anlığına onu geri getirdiğin için de sana teşekkür ederim Amathea, benim tatlı Euplokamos’um.” (Zira, tam beş dakikalık tanışıklık yoluyla ve bütün aksiliklerin yokluğundan dolayı ona daha aşina hale geliyordum.) “Çünkü bedbaht insan ırkının bile, her şeyin vücut yaşamıyla ahenkli olduğu, uykunun düzenli, uzun ve derin olduğu, husumetlerin ya bilinmediği ya da bir neşe konusu olduğu ve tüm varlığın umudun kucağına aynı senin benim kucağıma oturduğun gibi oturduğu bir yaşı vardır, kutlu genç bir yaşı (ey Kedim) vardır, Amathea. Evet, biz, biz kaderine terk edilmişler, huzuru da biliriz. Fakat sen buna kör yavru kedilikten sizde insaflı biçimde kısa sürede gelen o son karanlık güne kadar sahip olurken biz onu yalnızca çok kısa süreliğine kavrarız. Ama seni fani figanlarla üzmek istemem. Bu senin iyiliğine karşılık bir ihanet ve bir adilik olurdu doğrusu. Ne! Yüreğinin hassas tesellisini sunmak için beni yeni milyon Londralı arasından seçtiğinde, kendini aniden benim kıymetlim ilan ettiğinde, seni beslemekten, sana yuva sağlamaktan ve seni geçip gitmekten başka bir şey bilmeyenlerin ıstıraplarını mı takdim edeceğim sana? En azından, köpekler gibi, bizi tanrı addetmiyorsunuz ve bu küçük tasdik ayini... ve daha fazlası için sana naçizane daha da borçlu hissediyorum.”

Amathea yavaşça dört ayağının üstüne kalktı, sırtını kambur yaparak gerindi, esnedi, yukarı bakıp olabildiğince tatlı tatlı gülümsedi bana, sonra etrafında dönüp durarak kendine paltomun üstünde yeni bir yatak hazırladı, bu yatağın üstüne yerleşip değişmez bir zevkle yine mırıldadı.

Köklü ve demirlenmiş bir muhabbetin dünyanın boşluğundan ve hiçliğinden bana geldiğine ve o andan itibaren ruhumu besleyeceğine çoktan emin olmuştum; uzun yılların havasını çoktan değiştirmiştim ve canlıların yaşamına karşı bir dönüşüm, bir kadirbilirlik, yaratılmış ışıkla bir akrabalık hissediyordum, hem de hepsini yeni tek bir müşfik iyilik yoluyla hissediyordum, fani insanın (Tupper’ın) parmak uçlarından bir fincan bahtiyarlığı havaya savuran her neyse onu kuvvetle savurduğunda. O, kalbime ölümcül mahkumiyeti giydiren Kadim Düşman’dı çünkü bizler büyük güçlerin oyuncaklarıyız ve onlardan bazıları şüphesiz meşum.

“Beni asla bırakmayacaksın Amathea”, dedim, “Senin uykuna saygı göstereceğim ve burada hadsiz hesapsız zaman boyunca birlikte oturacağız, ben seni kollarımda tutacağım, sen de Cennet bahçelerini düşleyeceksin. Hiçbir şey bizi ayıramayacak Amathea; sen benim kedimsin, ben senin insanınım. Şimdi ve tam bir huzura doğru.”

Sonra Amathea kendini tekrar kaldırdı, mükemmel kollarla bacakların narin, ihtiyatlı, yüksüz hareketiyle bir dalga kadar hoş biçimde atlayıp yere sıkı sıkı bastı. Arkasına bile bakmadan yavaş yavaş yürüyerek benden uzaklaştı; aklında başka bir amacı vardı; yöneldiği kapıya incelikle ve görkemle yaklaşırken barda duran kısa, sevimsiz bir adam “Pisi pisi pisi!” dedi ve eğilip onu kulağının arkasından usul usul kaşıdı. Saf ve engin tek bir ilginin zenginliğiyle, başını kaldırıp ona gözünü dikmedi, ardından hiç bitmeyecek kutsal bir dostluğun işareti ve ifadesi olarak kendini onun bacağına sürttü.

Hilaire Belloc, A Conversation with a Cat, And Others[Bir Kediyle Sohbet ve Diğer Yazılar], 1931.

Yazar Hakkında


Joseph Hilaire Pierre René Belloc, 27 Temmuz 1870-16 Temmuz 1953 yıllarında yaşamış, Fransa doğumlu bir yazar ve tarihçi. 1902’de İngiltere vatandaşlığına da kabul edilmiştir. İngiltere’nin yirminci yüzyıldaki en faal yazarlarındandır. (Ama bu çevirinin yapıldığı tarih itibarıyla ne yazık ki Türkçeye çevrilmiş eseri yok.) Yazar, konuşmacı, şair, denizci, hicivci, edebiyat akademisyeni, asker ve politik aktivistti. Katolik inancının eserlerinde büyük etkisi vardır. Tartışma çıkarmasıyla ünlüydü, uzun soluklu anlaşmazlıkları vardı ama aynı zamanda insancıl ve sempatik biri diye de anılıyordu. Çocuklar için esprili ve dini dizeler yazmıştır ve bir dizi eserde G. K. Chesterton ile işbirliği yapmıştır. İhtilaflı konularda lafını esirgememiş, mesela o dönem’de İslam’ı savunan açıklamalar yapmıştır. Fakat bir yandan da anti-Semitizim ile suçlanmıştır. Bazı konuşmalarında ve yazılarında maalesef bu duruşunun izlerine rastlanır. Ne var ki, Nazilerin anti-Semitizmi pratiğe dökmesine karşı itirazını dile getirmiştir.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.