Temel Taşı (Öykü)


Bu oda ne yapsam aydınlanmıyor. En güneşli yaz günlerinde bile bir boğuculuk, bir kasvet. Off! Kendime gelmeliyim. Yediğim önümde, yemediğim arkamda… Eskiden sabahları ne severdim. Şimdi kalkmak istemiyorum. Uyansam bir dert, uyanmasam başka dert. Bir tanem çoktan kalkmış. Avizenin ampulü de… Daha kibar, daha yuvarlak olaymış. Yatakta ılıklığı duruyor hâlâ. Soğuk! Soğuk muyum ben sahiden? Ya ne bileyim… Birkaç gündür içimden gelmiyor. Kalkayım da kahvaltıyı yalnız…

Karanlık. Çok karanlık. Hani durdukça gözler alışır ya. Alışmıyor. Birazcık ışık gelse de nerede olduğumu anlasam. Herhangi bir yer olabilir. Bir ev, kendi evim ya da şey, şey işte… yok değildir. Üşüyorum. Belki bir kapı… yoklasam etrafı… Amanın! Ayaklarım… Ayaklarım kımıldamıyor. Yok hissediyorum. Ama hareket ettiremiyorum. Oldukları yere çakılmış gibiler. Gıcırtı, kapı gıcırtısı. Kendim dışında bir canlı. Fare? Akrep? Yılan? Saçımı yalayan bir esinti. Sesim boğazımda yumru. Arkamda!

Hay Allah… İki zeytin bir parça peynire kahvaltı mı denir? Çay bile koymamış. Yetişemedim iyi mi… Kapı kolu matlaşmış mı ne? Elleyince böyle pütür pütür sanki, içim kalktı. Buzdolabında ne var bakalım? Önce serçeler. Kırıntıları bekler. Dünden kalma ekmekten biraz. Ne yapıyordum ben? Ah evet. Buzdolabı… Öff, göbek aldı başını gitti. Hafif bir şeyler. Yağsız süt. Domates. Salatalık. Yok, hayır. Buruş buruş olmuşlar, ıyy. Yenmez öyle. Ohoo, saate bak kaç olmuş? Kahvaltıyı ayaküstü halledeyim. Zaten oturamıyorum ya. Doktor ne dedi? Anal bir şey. Fasır, fusur, heh fissür. Ne illetmiş, kaç gündür canımdan can aldı. Soğuk muyum ben hakikaten? Hele fissür geçsin…

Karanlık. Durdukça gözlerim alışır mı? Daha değil. Neredeyim acaba? Ses yok. Koku… koku da yok ama nasıl anlatsam… Boğuk, hem soğuk da. Kollarımı iki yana açınca… nafile, bir şeye değmiyorum. Şöyle bir dolaşsam… Ayaklarım? Ayaklarım kımıldamıyor. Yürümek istiyorum ama bir ağırlık. Biraz yukarıdan kapı gıcırtısı. Hafif, iplik gibi ışık. Tam ışık da değil aslında. Ayak sesleri. Basamaklar. Benden başka bir insan. Saçımı yalayan bir nefes. Göğsüm daralıyor. Boğazımda hırıltı. Arkamda!

Domatesi doğramak gelmedi içimden. Çatak bıçak uzun iş. Mis gibi elle yemek varken. Daha önce böyle miydik? Yani başlarda. Yatak hiç soğumazdı. Bütün gece… Balayından sonraki bir hafta, doldurduk yiyecek içecekleri, hiç çıkmadık evden. Kendimi kollarına bırakınca… Sözcükler yetmez. Huzur ötesi. Mutlak mutluluk. Çok kadın görmüş, her şeyi yaşamış. Artık bir tek ben, sadece ben… Bir süredir niye… Gitmeden tabaklarımızı suya tutayım. Birikmesin, hem kalıntılar kuruyunca çıkartması işkence. Ne biçim kelime bu? Söylerken dilde kekremsi bir tat bırakıyor. Biliyorum, sever beni. İlk günkü deli âşıklar değiliz tabii. Sonsuza uzanacak olgun bir sevgi bizimkisi. Sonsuz…

Karanlık. Ama durdukça gözlerim alışıyor gibi. Pencere yok ama bir yerlerden ışık sızıyor. Sessizlik. Toz kokusu. Havalandırılmayan bir yerdeyim muhtemelen. Belki de bir evin bodrumu. Üşüyorum. Çıplak mıyım? Ayaklarım ağır. Kımıldatamıyorum. Dizlerimi bükünce. Parmaklarım ağırlıkta. Pütür pütür. Taş bu. Ayaklarımın bunun içinde işi ne? Gıcırtı. Kapı açılırken içeri ışık huzmeleri de hücum ediyor. Bir gölge, insan silueti. Kadın mı erkek mi, tanıyor muyum yabancı mı? Bana doğru adım adım. İçimde bir sıkıntı, gelsin istemiyorum. İyice dibimde. Ne gerek var? Nefesi, saçımı geçip enseme ulaşıyor. Yakıcı. Sarılacak mı yoksa? İstemiyorum. Cılız bir hayır. Dinlemiyor.

Soğuk… Soğuk muyum gerçekten. Bazı kurallarım var tamam. E yani normal yoldan yapmak varken… Zamanında her şeyi yaşamamış mı zaten? “Evimin temeli,” der bana. “Sen olmazsan bütün her şey çöker.” Bir tanedir o. Geç kalacağım. Hmmm… Giysiler dünden hazır. Şu makyaj yok mu, zaman katili resmen. Ama olmazsa olmaz. Yok, abartmanın lüzumu yok. Hafif fondöten… Rimel. Rimel istemez. Kalem çeksem. Renkleri ne fenaymış bendekilerin. Rujsuz olmaz ama. Erimiş mi, niye vıcık vıcık. Hepsi öyle mi? Kalbim pır pır. Masanın üstündekiler. Midem… Kusacak gibiyim. Tuvalete yetişsem…

Karanlık. Ama gözlerim alıştı bile. Sessizlik. Ürkütücü. Buz gibi. Üstüne üstlük çıplağım. Ne ileri ne geri. Ayaklarım taşlaşmış mı? Yok. Kapı açılıyor. İçeriye ışık doluyor. Aşkım, bir tanem. Sen misin? Donuk gülümseme. Genzimi kavrayan nahoş koku. Sessizliği dolduran boğuk ses. Soğuk mu? Ne soğukluğu? Ne istesen yapmıyor muyum kocacım? Yaklaşıyor. Yaklaştıkça içim daralıyor. Hep yanımda olacaksın biliyorum. Ben de seni seviyorum canım. Parmakları saçlarımda. Nefesi yakıcı. Ensem karıncalanıyor. Ama hayatım… Kollarını belime doluyor. Ayaklarım. Taş değil beton bu. Kımıldayamıyorum. İmdat! “Kimse duyamaz seni, kadınım, evimin temeli.” Arkamda… HAYIR!

Tuvalet aynası… Lekelenmiş gibi… Çıkmıyor lekeler… Aynadaki ben miyim? Lekeler çıkmalı… İçerisi birden buz gibi… Yanaklarım kor… Olduğum yere çöküyorum. Ev çöküyor.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.