Kırmızı Kuşak (Öykü)


Yoktan uzanan görünmez bir el. Çıt çıt çıt çıt. Parmaklarda boğum var mı yok mu belli değil. Çıt çıt çıt çıt. El, keyifli mi keyifli. Görünmez parmak uçları güldü gülecek. Çıt çıt çıt çıt çıt çıt… Nasıl da güçlü. Fark etmek zor değil. Görünmez hiç bu kadar görünür olmamıştı.

Bir iki sağa, sol ayak, bir iki sağa, sağ ayak, dur, sol ayak sağ ayak, devam. Kollar yukarı, kollar aşağı. Yukarı aşağı sağa sola hoplayan, cart yeşil elbiseli bir kadın. Başı kopacak gibi sallanan, yanardöner gri takım giyinmiş bir adam. Pembe pullu ayakkabılarını yere vura vura dans eden -aslında olduğu yerde zıp zıp zıplayan- mini mini bir kız. Hepsinin yüzü aynı yöne dönük. Yüksek topuklu beyaz ayakkabılar. Suni inci ve Swarovski kristalleri işlenmiş kabarık etek. Omuzlardan incecik iki iple sağlama alınmış bir üst. Topuzla zapt edilmeye kıyılamamış, ağırbaşlılıkla savrulan upuzun, ipek gibi kumral saçlar. Bir parmak makyajın arkasına saklanmış narin yüz. Gözler utangaçça aşağı meyilli. Kolay mı? Ne zamandır bu anın gelmesini bekliyordum. Göz ucuyla yanına baktı. Dikkatle ütülenmiş, siyah damatlık giyen Hüseyin, onun da bakışı yerlerde. Al yanakları daha al. Horona ayak uydurmuş. Ona, Melek’ine bakmıyordu. Oysa Melek, bir yandan hareketleri ezberlemeye çalışırken zihni, Hüseyin’le aynı yatağa girdiğini, nasırlı ellerinin el değmemiş bedeninde dolaştığını hayal etmekle meşguldü. İnler gibi oldu, hemen kendini topladı. Bakışı kırmızı kuşağında gezindi.

Saat yönünün tersinde çılgınca tepinen ayaklar. Melek gözlerini kaldırabilmiş, bir de iri iri açmış. Elanın en güzel tonundan iki boncuk gibi. Sağında Hüseyin, tamam. Solunda taş çatlasa on sekizinde bir kız. O zıp zıp zıplarken bordo straplez elbisesi inecekti adeta. Kızın umurunda değil. Arada üst kısmını çekiştirip çemberdeki genç ve bir ihtimal bekâr erkeklere çapkın bakışlar atıyordu. Burada işler böyle yürürdü genelde. Ya niyeti olan kişi kendi bulur ya da biri aracı olur… Melek’le Hüseyin’i de Rahim amca tanıştırmıştı. Melek beline kadar, lepiska saçlı, adı gibi bir kız. Hüseyin de zayıfçacık, safça bir oğlan olarak çalınmıştı Melek’in kulağına. Bir sene nişanlılıkta birbirlerini tanıyıp sevmişlerdi. Ama o özel şeyler bu geceyi beklemeliydi.

Çıt çıt çıt çıt çıt… Duyulmaz bir kahkaha.

Hüseyin’le ilk tanışmaları… Yanlarında Melek’in iki kız arkadaşı vardı. Gelir gelmez Melek’in göğüs dekoltesine takılmıştı gözleri. Aa, çocuğun karşısına çatalını göstere göstere mi çıkacaksın? Çek şunu, çek çek. O gün Melek’in eli sürekli yakasına gitmişti. Ya yanlış bir izlenime kapılırsa… Ya okumuşum diye beni yollu sanırsa… Maazallah. Eli ekmek tutsun diye okumuştu. Ama bunun önemi yoktu artık. Bu geceden sonra yeri, kocasının yanıydı. Onun bir dediğini iki etmeyecek, karım bana iyi bakmıyor dedirtmeyecekti. Neşelendi. Hayatımın en mutlu günü. Ayakkabıları biraz sıkıyordu ama olsun. Düğününde böyle ayakkabı giymeyecekti de nerede giyecekti? Gülümse, gülümse. Gelinler gülümser.

Bir iki sağa, sol ayak, bir iki sağa, sağ ayak, dur, sol ayak sağ ayak, devam. Kollar yukarı, kollar aşağı. Rengârenk bir görüntü. Yaşı geçkin üç kadın, allı güllü şalvarlarıyla hiç şaşmadan, aynı anda hareket ediyordu. Melek de bir ayak uydurabilse… Hüseyin onu dirseğiyle hafifçe dürtüp gözleriyle ayaklarını işaret etti. Melek kendini ritme kaptırmaya çalıştı. Halay başı, saçı sarı, cildi sarı, sıska, genç bir adam. Elindeki pullu mor mendili savurarak ayaklarını çılgın gibi yere vura vura tepiniyordu. Çivit mavisi bluz etek takım giymiş bir kadın koca memelerini ve memelerine kıyasla, gülünç ölçüde küçük başını sallayıp duruyordu. Melek kendi kendine güldü. Sonra toparlandı. Böyle yapmamalıydı, adı görgüsüze çıkardı.

Halaycılar meydanı sardı. Melek’in annesiyle kayınvalidesi gülümsüyordu. Kayınvalidenin suratı hafiften ekşice, annesinin elinde ara ara burnuna giden kâğıt mendil. Babası, Hüseyin’in yanında, halay başını kıskandıracak hareketler peşinde. El altından dolaşan rakılardan götürmüştü belli ki. Öyle şeyleri asla kaçırmazdı.

Çıt çıt çıt. Çıt?

Müzik durdu. Melek’in yüzü buruştu. Durunca havaya çöreklenen mide bulandırıcı ter kokusunu fark etmişti. Oracıkta arkadaş olan birkaç küçük çocuk, gırtlakları parçalanırcasına bağırarak acayip hareketler yapmaya başladı meydanı hazır boş bulmuşken. Çocukken ben de böyle değil miydim? Hem Hüseyin’le çocuklarımız olduğunda…

İşte Melek’in korktuğu şey… Hüseyin’in kız kardeşine el sallayıp kaş göz etti. Lavaboya gitmem lazım. Kız, Melek’in koluna girdi tuvalet istikametinde. Kapı kapalı, içerisi dolu. Birkaç kız hep beraber üst baş düzeltme, makyaj tazeleme derdinde. Küçük pencereden sesleri geliyordu. Gelin regl oluyormuş kızlar. Bu gece yapamayacaklar yani.

Ç ı t,  ç  ı  t,   ç   ı   t,   ç    ı    t. Görünmez el var gücünü kullandı. Bana mısın demiyordu. Duyulmaz kahkahasının yerinde, suskun bir kızgınlık.

Melek, başını öne eğdi. Nereden biliyorlar? Görümcesine baktı. Dudaklarını büzmüş. Melek’in kaşları belli belirsiz çatıldı. Laf kimden çıktı acaba? Kimlere söylemiştim? Annem. Annem biliyorsa babam. Hüseyin. Görümcem Nalan. Kayınvalidem de vardı Nalan’ın yanında. Babaannem, Hüseyin’in anneannesi de. Ya regl olmasaydım? Ertesi sabah ona imalı imalı bakan bir sürü tanıdık tanımadık yüz canlandı zihninde. Utandı. Kızlar tuvaletten çıktığında onlara delici bir bakış attı. Biri de gözleri fıldır fıldır on sekizlik. Kızlar ne yapacaklarını şaşırdı. Çil yavrusu gibi dağılmakta buldular çareyi.

Melek işini hallettiğinde halay devam ediyordu. Hiç yorulmazlar mı? Etrafa bakındı. İnsanlarda bir tuhaflık sezdi ama çıkaramadı ne olduğunu. Davullar, zurnalar çalıyor da çalıyordu. Gözleri daldı. Life burns faster / Obey you master. Canberk. İrkildi. Ama yo yo, uzun saçlı, küpeli rockçı erkek bu aileye yakışmaz. Hem de su yerine bira içiyorsa! Hüseyin’in masum suratını inceledi. Melek’in baktığını fark edip döndü ama hemen kaçırdı gözlerini. Canberk sahnede sigarasını tüttürürken nasıl da… Kendini gizliden çimdikledi. Şimdi hayatında Hüseyin vardı. Kollarına farklı farklı kızlar atlayan Canberk değil.

Melek yine etrafa bakındı. İnsanlar ne kadar çok… Nereden gelmiş hepsi? Ben nereden geldim buraya? Hareketler mekanik, yüzler donuk, adeta porselenden. Tuvalette hakkında konuşan üç kızı seçti kalabalıkta. Gösteririz ama vermeyiz dekolteleri eşliğinde, cırtlak sesleriyle kanon yapıyorlardı:

“Ben annemden böyle gördüm Ben annemden böyle gördüm Ben annemden böyle…”

“…annemden böyle gördüm Ben annemden böyle gördüm Ben annemden böyle gördüm…”

“…böyle gördüm Ben annemden böyle gördüm Ben annemden böyle gördüm Ben…”

Görünmez el, kolu daha da zorladı; dönmüyordu. Çatır çatır… Melek bu sesi daha fazla duymamak için kulaklarını tıkamak istedi. Ama ellerini kaldırırken kalakaldı. Kıpırdayamıyordu. Elleri de diğer herkesin suratları kadar… porselendi. ÇATIRT! Kırmızı kuşağı belinden iniverdi. Görünmez elin parmakları arasında metal bir kol. Melek’in gözleri aşağı bakıyordu. Bu sefer utangaçlıktan değil. Elleri kopup yere düştü. Parmakları etrafa saçıldı. Sonra kolları. Bacakları gevşedi. Gövde sallanmaya başladı. Baş, boyundan ayrıldı. Yüksekten atılan bir ampul gibi patladı. İçi bomboş. Kimi seramik parçası, birbirine dolanan saçlara takıldı. Bu sırada müzik kesilmiş, herkes halay çemberindeki yerinde kalakalmıştı, kıpırtısız, dosdoğru karşıya bakan gözlerle.

Görünmez el, Melek’in saçını kavradı. Parmaklarında sallandırdı birkaç kırıkla birlikte. Yüzü olsa neredeyse tiksinerek bakacaktı. Yüreği olsa da zerre acıkmayacaktı geline. Hak ettiğini bulmuştu. Onları kendi haline bırakması, başlarına buyruk düşünebilecekleri, davranacakları anlamına gelmiyordu elbet. El, kenarıyla Melek’in parçalarını süpürüp sahneden aşağı döktü. Bilinmez bir yerden yeni bir Melek çıkardı. Çalgıcıları, halay başını, koca memeli kadınları, koca bulmaya gelen genç kızları, hepsini yeniden kurdu.  En son da Melek’i. Kırmızı kuşağının arkasındaki kolu sonuna kadar döndürdü. Melek, yüzünde bir gülümsemeyle halaya ayak uydurmaya çalışırken görünmez el, bastı duyulmaz kahkahasını.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.