Sakin Olmamam Lazım

Yazının başlığının ilham kaynağı
Sıkıldım. Bu şehirde, bu ülkede yaşamaktan sıkıldım. Nefes alamamaktan, başka bir insan gibi davranmaktan bıktım. Büyük şiddetlerden de, gündelik küçük şiddetlerden de bıktım.

Baskı ve şiddet sonunda bir kırılma noktası getirir. Birçok şey var bizi baskı altında tutan. Ama bu şehirle, bu ülkeyle ilgili şahsi cinnetimi geçenlerde yaşadım. O noktadan sonra sakinliğimi bir kenara bırakmaya karar verdim. Her lafa bir cevabı olan insanlardan biriyim artık.

Bir gün işten çıkışta otobüse bindim. İneceğim duraktan bir durak önce ayağa kalktım. Bir adam yanıma oturacaktı, bir durak için rahatsız etmektense kalkmayı yeğledim. Birisi düğmeye basmış, inmedi. Öten düğmelerdendi, basmadığıma eminim. Basmış da olabilirdim. İnsanlık hali değil mi? Şoför "İnmeyeceksen niye basıyorsun?" diye çıkıştı koltuğundan, erk alanından. Belki de cinnet o an geldi. "Ben basmadım!" dedim. "Bastın" diye bağırdı. Yüz ifadesi sert, gururlu. "Basmadım!" diye direttim. Kapıyı açıp kapadı, ışık söndü. Bu sefer gerçekten bastım ineceğim durak için. Zil sesi geldi, beyefendi sinirlendi. Kapıyı açar gibi yaptı, inmeye kalktım, üstüme kapattı, sıkışmaktan son anda kurtuldum. Sinirden elim ayağım titrer halde o civarda bulunan bir arkadaşımı aradım, konuyu açıklayamadan durağı ve otobüsün numarasını söyledim. Çünkü bu hıyarın o durakta kapıyı açmama ihtimali vardı, destek kuvvet lazımdı. Yanımdaki kadın "Plakasını alın, şikayet edersiniz" dedi. Adamın suratı domuz gibi. Durakta başka inenler de olduğu için kapıyı açtı. İner inmez plakanın fotoğrafını çektim.

Adamı göz hapsine aldım. Hala ukala, hala güya savunmasız bir kadını ezdiği için gururluydu. Ben ona gözümü dikmiş yürürken "Ne var?" gibisinden bakış atıyordu. Konuyu bilmeyen arkadaşım geldi ve parmağımla gösterdiğim otobüsün kapısını yumrukladı. Salak şoför yolcu geliyor sanıp kapıyı açtı. Arkadaşım "Napıyorsun sen!" diye bağırmaya başladı. İşte o anlar: Kurt gibi bakışlar gitti. Adam şoför koltuğuna sindi ve küçüle küçüle bir böcek kadar kaldı. Demin haykıran adam "Bir şey mi yapmışım" diye viyaklamaya başladı. Sonra yüzüne aptal bir gülümseme yerleşti ve "İçeride yolcular var" dedi. Meali, "Beni dövme." Ne ben ne de arkadaşım hayatımızda insan dövmemişiz. Ama adam şehrin kodunu öğrenmiş: Ya ezersin ya ezilirsin. "Beyaz Masa'dan selam söyleriz!" dedim ve uzaklaştık. (Beyaz Masa'dan hala ses yok! Bozacının şahidi çıracı olunca...)

Bu olaydan sonra içimde bir şey koptu. Adamın suratını ÖNCE/SONRA olarak gözümde tekrar tekrar canlandırdım. Savunmasız gördüğü anda saldırganlaşmasını ama kendince daha dişli biri geldiğinde dayak yememek için koltuğa sinmesi ve son bir umutla sırıtarak kendini kurtarmaya çalışması. Bizim insanlıktan çıkmamıza da ramak kalmıştı. Adamı dövebilirdik ve muhtemelen yanımıza kalırdı. Çünkü burada medeniyet yok, sosyal Darwinizm var: En dişli olan hayatta kalır. Sakin bir insan olmaya hakkınız yok. Sürekli bağırıp çağırmanız lazım. Alt tarafı bir sıra beklerken, bir toplu taşımaya binerken bile temel haklarınızı korumak için teyakkuzda olmalısınız. Burası kurtlar sofrası, burası İstanbul, burası Türkiye.

Sakin olmamam lazım. Otuz yılda bunu öğrenebildim. Belki de iyi olmuştur. Kendimi artık daha sert, daha net ifade ediyorum. Müdürüm yazıları daha kısa sürede biter dediğinde gür bir sesle "Bitmez!" diyebiliyorum. Geniş hastane asansöründen geçmeye çalışırken yanlışlıkla çarpıştığım bebek arabalı kadın "Bebek arabalı kadınlara yer verilir, saygı öğren azıcık!" diye bayramlık ağzını açtığında "Kapıdan geçebilirim sanmıştım ne yapayım, Allah Allah!" deyip onu susturabiliyorum, sokağı yarılamışken arabayı üstüme sürüp bir de korna çalan şoföre diklenebiliyorum. Yolda yürümeyi bile beceremeyip karşıdan gelenin üstüne üstüne yürüyen tipleri sert bakışlar, sıkılı yumruklar ve çarpmaya hazır bir sol omuzla Terminatör misali kaçırıyorum. Siz beni sakin sandınız ama ben sadece sizinle uğraşmamayı tercih ediyordum. Böyle olmamak için çok direndim ama anlamadınız, sakinlikle ezikliği karıştırdınız. Şimdi ayıklayın pirincin taşını.

"Beğenmiyorsan git başka ülkeye"ciler, alan ülke olsa burada işim ne? Ben de istemez miyim iki üç günlük tatillerimdeki sükunetimin ömrümün sonuna dek uzamasını, Almanya'nın bir köyündeki otobüs şoförü tarafından bile "Willkommen" diye karşılanmayı (geçende bir otobüs şoförü her binene "Hoş geldiniz" diyordu, kimse fark etmedi veya cevap vermedi), metroya binerken itilip kakılmamayı... Özür dilemeyi bile zayıflık olarak gören bu kültüre lanet olsun. Her gün şiddete maruz kalmaktan, her gün suratsız insanlarla karşılaşmaktan ve gitgide onlardan birine dönüşmekten bıktım.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.