Alıp Başımı Gidiyorum



Sait Faik ve Hayriye’nin anısına…

“Bir hişt sesi gelmedi mi fena.”

“Hişt Hişt!”

Başını kaldırıp etrafına bakındı. Boş sandalyelerde, yanıp sönen floresanda, yazıcının altındaki kağıt tomarında, mürekkep lekeli ajandasında aradı onu, bulamadı.
“Hâlâ burada mısın?”
Mantosuna davrandı. Belki de ceplerindeydi. Tiyatro oyunundaki gibi. Ama yoktu. Sadece bozukluklar. Bir de akbil. Usulca giyindi. Önünü iliklemedi. Bir adım atıp durdu. Geriledi. Ajandasına uzandı. Bir sayfa yırttı, avucunun içinde buruşturdu ve çöpe attı.
Açıkta kalan köşeden okunduğu kadarıyla: 8 Ocak.
***
“Hayriye! Kız Hayriye neredesin?”
“Geldim anne!”
Kısa saçlarında briyantinle özenle şekillendirilip başının iki yanına yapıştırılmış bukleleriyle çıkageldi Hayriye. Annesi ona şöyle bir bakıp başını iki yana salladı.
“Yarın misafirler gelecek sen hâlâ süs saltanat peşindesin. Şeref mi gelecek yoksa? Bak bu kadar işin arasında kaytarırsan yeminim olsun kırarım bacaklarını.”
“Hayır anneciğim, bir yere gittiğim yok.”
Uzun eteklerini toplayarak masanın başına geçti. Bir parmağının tırnak ucuyla masaya serilmiş pirinçleri ayıklamaya başladı.
“Şeref’in maksadı neymiş acaba? Nişanlılık bir sene sürer mi? Nişantaşı’nda adımız çıkacak vallahi. Kız ne öyle emanet gibi uçtan uçtan.”
Annesi mantosunu giyip önünü ilikledi. Başına örtüsünü geçirip hafifçe sıktı. Hayriye’nin babası öldüğünden beri, kim bilir kaç senedir çalışıyordu. Hayriye’nin donuk gözleri hızlı ama beceriksiz biçimde çamaşıra gitmeye hazırlanan annesinin üzerinde.
“Süt almayı unutma. Kalanıyla da öğlenlik canın ne isterse. Haydin sağlıcakla.”
Annesi kapıyı arkasından çekti. Hayriye pirinçleri bırakıp pencereden onun gidişini seyretti. Akşama dönmek şartıyla olan gidişini. Pencereyi araladı. Soğuk bir rüzgâr, birkaç kar tanesi. Tanelerin eriyişini seyretti. Pencereyi kapattı. Annesi köşeyi dönmüştü.
“Hişt hişt!”
Saatli maarif takvime takıldı gözü: 8 Kânunusani 1936.
***
“Dijital performansın şirketlerin kaderini belirlediği bir çağdayız…”
Toplantı daha ne kadar uzayabilir? Dışarıda uçuşan karlar. Belli belirsiz çocuk gülüşmeleri. Şu an aşağıda onlarla olabilirdim. Basılmamış karlara basmayı özledim.
“Hişt hişt!”
İrkildi.
“Efendim?”
Bütün başlar ona çevrildi. Kırk yaşına kadar eline erkek eli değmemesiyle övünen muhasebe müdürü, ofise girdiği andan itibaren küçük çocuğunun her hareketini anlatan hesap yöneticisi, internet pazarlamasını kendi yaratmış gibi konuşan departman müdürü. Sen sadece uzmansın diye baktılar. “Sıpeşşıyaliiiiist”. Öyle de öleceksin. Otuz yıl sonra emeklilik maaşını almayı beklerken, bir bankanın ATM kuyruğunda.
“Arkadaşlar… Arkadaşlar! Aramızda konuşmayalım lütfen. Son bir mevzu daha var. Bazı arkadaşlarımız altı olduğu anda çıkmakta çok hevesli. Ama burası devlet dairesi değil. Müşterilerimiz artıyor malumunuz. E, bizlerin de daha fazla çalışması, daha fazla çaba sarf etmesi gerekiyor haliyle… Anlayışınız için teşekkürler.”
Yabancı olmadığım sözler. Bu taş bana. Peki ya maaş? Zam? Prim? Daha fazla çalışmam için sebep? Yazdıklarım görünmez, yazdıklarım zerre önemsiz. Söyleyin neden? Açık ofisin boğucu havasına dönüş. Açık pencerelerden içeriye esen fırtına; etrafta kimse yokmuşçasına kahkahalar, langırt sesleri, telefon konuşmaları. Bilgisayar ona, o bilgisayara bakıyor.
“Hişt hişt.”
***
Kapıda iki polis bir bekçi.
“Sizin Hayriye adında bir kızınız var mı?”
“Var.”
Olayın anlatıldığı ağır dakikalar.
“Vallahi memur beyler. Hiçbir şey demedi daha önce. Sakin ve aklı başında bir kızdır. Babası öldükten sonra hem ana hem baba oldum ona. Bir yaşından beri. Kimsesi yok. Bir ben varım, bir de Bakırköyü’nde nişanlısı Şeref var. Siz de biliyorsunuz zaten.”
Kudret’in gözü masanın üstündeki nota takıldı. “Alıp başımı gidiyorum.” Yaşlar boşandı. Kızına ne yapmıştı da böyle ansızın çekip gitmişti?
“Kadıköyü’nden de çıkmamış değil mi? Hiç evden çıkmazdı ki. Yol yordam da bilmez benim kızım. Ah yavrum, neler geldi başına? Kıymadın ya canına?”
“Sakin olun Kudret Hanım. Henüz hiçbir şey belli değil.”
“Yirmi üç gün oldu. Ne yapar ne eder tek başına? Çok saf ve temiz kalplidir. Art niyetli insanların oyununa gelmesin sakın! Allah’ım sen koru Yarabbim!”
Hayriye’nin aldığı süt masadaydı. Neler düşünmüştü? Beni aramaya çıkmıştır muhakkak. Bekledim. Meraklandım. Komşularda aradım. Bulamadım. Ah be evladım! Sen evlenecek, ben de rahat yüzü görecektim. Ah Hayriyem!
***
Size de olur mu? Bazen tüm acun üstünüze üstünüze gelir. Her yer hava doluyken nefes alamazsınız. Görünürde hiçbir mesele yokken. Buna şükür demeniz gerekirken. Belki de fazla gelir bütün bunlar. Belki de ne yapsanız ait hissetmezsiniz.
Annemi seviyorum. Hain bir evlat sanmayın beni. Babamın vefatından sonra yıllarca hep tek başına korudu kolladı beni. Ama kendimi bir vesile gibi hissetmekten kendimi alamadım. Ev işlerine yardım et. Bir de evlilik çıktı başıma! Şeref iyi çocuk, yakın zamanda nişanlandık. Daha yeterince tanımıyorum bile. Annemi aldı bir vesvese. Nişanlılık bu kadar uzun sürer mi bilmem ne. Korkuyor. İliklerine kadar hem de. Bunca yıl çabalamasının mükafatını almak istiyor. Ben evlenirsem o rahat.
Kimim ben? Hayriye. Yedi harf. O kadar. Kudret’in kızı. Şeref’in nişanlısı. Hayırlı kısmet. Yuva kuşu. Hanım hanımcık. Saf ve temiz. Sıfatlarınız sizin olsun. Ben alıp başımı gidiyorum.
“Hişt hişt!”
Takvim yaprağından mı? Süt şişesinden mi? Neredense nereden… Uzun uzadıya bir planım yok. İçeride bulduğum müsvedde kâğıda bir not, o kadar. Çantamı kaptığım gibi dışarı.
Beşiktaş İskelesi’ne yürüdü. Yarım saatten ne az ne çok. Kar soğuğu yüzünü yalayıp geçti. Kadıköy tabelası. Vapur birkaç dakikaya kalkıyordu. Hafif topuklu ayakkabılarının izin verdiği ölçüde koştu.
“Hişt hişt!”
Pencere kenarında oturan bir kadını gözüne kestirdi. Yanına oturdu. Vapur hareket etti, gerisinde köpük köpük sular bırakarak.
“Affedersiniz. Bunu biraz tutunuz, ben şimdi geleceğim.”
Kadın, Hayriye’yi bir daha görmedi. Vapur bir eksik mi bir fazla mı yanaştı, kimse bilemedi.
***
Şımarık mıyım? Onca aç, onca işsiz varken… Küçük şeylere mi takılıyorum? Herkes… herkes hayatından memnun burada. Sadece bir iş sahibi görünmek için gecelere kadar çalışabilirler. Sonu her an gelebileceği halde sonsuzmuş gibi yaşanan hayatlar. Saate baktı. Sözde mesainin de gerçek mesainin bitmesine de çok var.
Kafası iki dakika daha fazla iş yapacak durumda değil. Gürültüleri duymamak için kulaklıklarını taktı. Müzik oynatıcı son ses. İlk çıkan şarkıyı değiştirmedi.
Life is a mystery (Yaşam bir gizem)
Everyone must stand alone (Herkes tek başına ayakta durmalı)
I hear you call my name (İsmimi çağırdığını işitiyorum)
And it feels like… home (Ve bu… aynen evim gibi)
Meşgul görünmeli. Sevdiği siteler. Web tarayıcısında bir sayfa.
23 gündenberi haber yok
Hayriye adında bir kız ortadan kayboldu
Kız “Alıp başımı gidiyorum” diye bir tezkere bırakmış
Nişantaşında Meşrutiyet mahallesinde Sütlü sokağında 10 numaralı evde oturan Hayriye adında yirmi yaşlarında bir genç kız yirmi üç gündenberi kayıptır.

Polis tahkikata devam etmektedir. Keyfiyet Hayriyenin nişanlısı Şereften de sorulmuş, Şeref bayramdan sonra bir defa Hayriyenin ziyaretine gittiğini ve bir daha görmediğini söylemiştir.
Ekrana bakakaldı. Yaşından çok daha olgun görünen, üstünde ağır mantosuyla gitmeye hazır görünen bir kadının fotoğrafı.
“Hişt hişt.”
Hayriye’nin ağzının kımıldadığına yemin edebilirdi.


* Esin kaynağı olduğu için 5harfliler’e teşekkürler: http://www.5harfliler.com/alip-basimi-gidiyorum/

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.