Muhteşem Diliyle Suat Derviş ve Edebiyatımızın Benzersiz Kahramanı Fosforlu Cevriye

Bana Derler Fosforlu filmini bölük pörçük hatırlıyorum. Suat Derviş'in Fosforlu Cevriye kitabını ise hiç okumamıştım. Neden bu kadar geç kaldığımı soruyorum kendime. Hiç etkisinden çıkılacak gibi değil. Suat Derviş'in akıcı diline mi, muhteşem betimlemelerine mi, sokağı anlatışına mı yoksa Cevriye gibi bir karakter yaratmış olmasına mı hayran kalsam, bilemez haldeyim.

"Ben, yazar Suat Derviş'im"


Önce yazardan biraz bahsedeyim. Suat Derviş'in internetteki fotoğraflarına bakarsanız ışıl ışıl gözlere sahip hayat dolu bir kadın görebilirsiniz. Devrimci ve aktivist bir kişilik, kendinden de emin. Genç yaşlardan itibaren yazdıklarıyla sesini duyurdu. İlk romanı Kara Kitap 1921 yılında, yani o on sekiz yaşındayken basıldı. Ölmek üzere olan bir genç kızın iç seslerini ve duygularını anlatarak edebiyat dünyasını oldukça şaşırttı. (Bilinç akışı tekniğini kullanmıştı belki.) Daha sonra başka romanları da yayınlandı, gazetelerde çalıştı, hatta kadın sayfası hazırlayarak daha sonraki yayınlara öncülük etti. Ailesinin konservatuvar için gönderdiği Almanya'da gizlice Berlin Üniversitesi Felsefe ve Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu. Orada da gazetelere yazılar yazdı, faşizmin yükselişine tanıklık etti. Babasının vefatıyla mezun olmadan Türkiye'ye döndü. Yine romanlara ve siyasi yazılara devam etti. Hep bir devrimci olarak yaşadı.

Hakkında anlatılacak çok şey var ama iki nokta özellikle dikkatimi çekti. Birincisi, Ankara Mahpusu. İsviçre'deyken yeniden kaleme aldığı bu özel roman ablası Hamiyet Hanım tarafından Fransızcaya çevrildi. Ankara Mahpusu on sekiz dile çevrildi ve edebiyat eleştirmenleri tarafından Ivo Andriç'in Drina Köprüsü'nden de başarılı bulundu. İkincisi, yazar Suat Derviş olması! Bir toplantıda TKP genel sekreteri Reşat Fuat Baraner'in karısı olarak tanıtılmasına haklı olarak öfkelenir ve ayağa kalkarak "Ben, yazar Suat Derviş'im! Kimsenin karısı olarak yâd edilemem!" diye bağırır. (Ayakları yere basan bağımsız bir kadına Türkiye'deki bakış yönünden de ibretlik bir örnektir.)

"Gözlerinden Bellidir Cevriyem"


Kitabı öyle soluksuz okudum ki harika cümleleri not alıp aktarmak aklıma bile gelmedi. Ama aklımda kaldığınca etkilendiğim yerleri aktarmaya çalışacağım. Öncelikle, romanın bölüm adları bile etkileyici. Fosforlu Cevriye şarkısından dizeler karşılıyor bizi: "Karakolda Ayna Var!", "Kız Kolunda Damga Var!", "Gözlerinden bellidir Cevriyem", "Sende Karasevda Var". Her bir bölüm sade ve vurucu diliyle, karakter zenginliğiyle dikkat çekiyor.

Suat Derviş daha en baştan, ana karakteriyle farkını ortaya koyuyor. Fosforlu Cevriye, 1930'larda İstanbul'da yaşayan, İstanbul'a hayran ve burada oldukça meşhur olan bir sokak kızı. Eser ağırlıklı olarak Galata ve Beyoğlu taraflarında, bazen Eminönü'nde ve Tophane'nin yukarısında geçiyor, Şişli ve Tatavla da adı anılan yerlerden. Roman üçüncü tekil şahısla ama Cevriye'nin açısından anlatılıyor. Birlikte olduğu adamlar, dostları ve düşmanları, mapushaneler... Sohbetlerde sokak dili, Rum ağzı, külhanbeyi ağzı, ne ararsanız var. Kısa ve etkili cümleler sizi sarsıyor, düşündürüyor.

Fosforlu Cevriye gününü gün ediyor, kimseye uzun süre bağlanmıyor. Ama bir gün kendisine "siz" diye hitap eden nazik ve gizemli bir adamla tanışıyor tesadüfen. Onun insani yaklaşımı ve gizemli hali Cevriye'yi gitgide çekiyor. Fosforlu Cevriye baştan ayağa gerçek bir kadın, sevdası da öyle oluyor. Bu sırada zamanda ileri ve geri gidişlerle anlatı hep canlı tutuluyor, bu da olan biten her şeyi soluksuz okutuyor. Fazladan birkaç şey söyleyip romanı okumayanlar için büyüyü bozmaktan çekiniyorum ama dayanmak zor (onlar bu cümleyi okumasın). Keşke böyle bitmeseydi, kavuşsalardı... (O zaman da Holywood benzeri bir son olurdu gerçi.)

Romandaki ustalıklar bu kadarla kalmıyor. Adamın gizemi de kitap boyunca aydınlanmaz, adını bile öğrenemeyiz. Cevriye'yle beraber merak edip dururuz. Benim tahminim, Suat Derviş'in hayatından da yola çıkarak, idamdan kaçan bir adamın siyasi suçlu olarak hüküm giydirilen bir devrimci olduğu yönünde. Bir yerde diğer arkadaşlarının da yakalandığı ve annesinin de sorguya çekildiği yazıyor. Fakat kayıkla taşıdığı ve Cevriye'nin o uğursa sulara gömüldüğü kutu ya da adamın daha sonra hapse girmesine neden olan daha küçük suç hakkında ipucu verilmiyor. Belki de böylece Suat Derviş kendini tanrı-yazar olmaktan uzak tutuyor ve karanlık noktaları aydınlatmayı okura bırakıyor.

Şimdi kitaptan sonra filmi izleme zamanı. Bana Derler Fosforlu 1969 yapımı bir film. Aslında Suat Derviş hayattayken romanı senaryolaştırıp Gülriz Sururi'ye atfetmiş ve eser 2008 müzikal haline getirilip sahnelenmiş. Kitaptaki o incelikli ayrıntılar Yeşilçam'da veya Ankara Devlet Tiyatrolarında hakkıyla, kırpılmadan aktarılmış mıdır, izleyip görmek lazım.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.