Stefan Zweig'dan Vicdan Zorbalığa Karşı Ya Da Castellio Calvin'e

Stefan Zweig'in Vicdan Zorbalığa Karşı Ya Da Castelli Calvin'e kitabı 2014 yılında Türkçede basıldı. Bilmediğim, karanlık bir tarihsel dönemi anlatmasının yanı sıra yazarın faşizm ve diktatörlük hakkındaki yaklaşımını görmek açısından da değerli.

Odağımızı 16. yüzyıla çeviriyoruz. Sahnede Jean Calvin var. Dini otoritesini ilan etmiş ve ilerleyen zamanda tek adamlık yolunda adımlar atmaya başlıyor. Bu uğurda elbette hiçbir şeyden sakınmıyor. O dönemde mevcut olan yayın organlarını ve önemli kişileri kendisine bağlıyor, geniş bir ajan ağı kuruyor. Tabii kraldan çok kralcılarla işi daha da kolaylaşıyor.

Calvin'in gücü arttıkça yapabileceklerinin çıtasını da yükseltiyor. Ona karşı sesini yükselten Michele Serveto'yu önce mahkum ediyor, sonra da o devir için bile aykırı olan bir şekilde diri diri yakarak öldürülmesini emrediyor. Bu cinayetin mevcut iktidarla bile açıklanması zor olduğu için Calvin bir süre ortalarda görünmüyor ve daha sonra konuyu örtbas ediyor.

Elbette her zorbalık onu eleştiren bir yankı buluyor. Sebastian Castellio karşıt söylevler ve yazılara başlıyor. Dinde özgürlüğü savunan Castellio'nun etrafı çok geçmeden destekçilerle doluyor. Elbette bu durum Calvin'in ajanlarından kaçmıyor ve haberler Calvin'e çok geçmeden ulaşıyor. Calvin sansür yoluyla Castellio'nun muhalif kitabının basılmasını engelliyor. Daha sonra onu da Serveto gibi mahkum ettiriyor. Ama o da Serveto gibi duruşundan ödün vermiyor. Öldürülmesi muhtemelken zorbaların hevesini kursağında bırakarak ölüyor.

Castellio'nun ölümü intihar olmasa da şartlar ve sonuçları açısından Stefan Zweig'ın ölümünü andırıyor. Zweig da 20. yüzyılın en büyük diktatörlüklerinden birine denk geliyor: Hitler dönemi. Yahudi bir yazar olarak eserlerinin Nazilerin yaktığı kitaplar arasında yer alması yazar için ne kadar büyük bir yıkım olmalı. Vatandaşlığını değiştiriyor, ülke ülke geziyor. Ama faşizmin gölgesi altında, dünyanın bir daha gençliğindeki gibi olmayacağını hissederek ikinci eşiyle birlikte hayatlarını sonlandırmaya karar veriyor.

Örtüşen sadece bu değil. Ölmeden önce şöyle bir not bırakıyor: "Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından gelecek olan sabah kızıllığını hala görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum." Kitabın son cümlesiyse şöyle: "Çünkü her yeni doğan insanla birlikte yeni bir vicdan doğar ve daima birileri çıkıp fikrî görevini yerine getirmesi, insanların vazgeçilmez hakları uğruna eski kavgaya yeniden başlaması gerektiğini hatırlar ve o zaman bütün Calvin'lere karşı bir Castellio ayağa kalkar, iktidarın bütün zorbalığına karşı düşüncenin mutlak bağımsızlığını savunur."

Bu umut kitabın geneline hakimdir. Ve o dönem için boşa çıkmamıştır da. Başka bir yüzyılda aynı coğrafyada ünlü filozof Jean-Jacques Rousseau özgürlük ve eşitlik teorileriyle Fransız İhtilali'nin fikir kaynağı olur.

Kitapta altı çizilecek satırlar bitmiyor (Zehra Kurttekin'in başarılı çevirisine değinmeden olmaz.) 18. sayfadan alınmış şu uzun alıntı belki günümüzde (özellikle tüm dünyadaki gençlerin "Nefes almak istiyoruz" diye haykırdığı bir zamanda) içimize su serpebilir:

"Ama ruh, gizemli bir elementtir. Hava gibi, elle tutulmaz ve gözle görülmez bir şeydir; her biçime, her formüle uyar gibi görünür. Bu haliyle de despot yapıdaki insanları, onu tümüyle bastırıp ezmek, kilit altında tutmak, tıpalamak ve kolaylıkla şişelemek mümkünmüş gibi bir vehme kapılmaya özendirir. Oysa her tür baskı, onun içindeki karşıt baskı dinamiklerini artırır ve tam da ezilip sıkıştırıldığı anda bir patlayıcıya, bir patlayıcı maddeye dönüşür; her baskı, önünde sonunda isyana götürür. Zira zaman içinde insanlığın ahlak bakımından bağımsızlığı baki kalır; o, yıkılmazdır. Bu, her zaman için geçerli bir tesellidir! Yeryüzünün tümüne diktatörlükle tek bir dinin, tek bir felsefenin, tek bir dünya görüşünün dayatılması şimdiye değin mümkün olmamıştır; hiçbir zaman da mümkün olmayacaktır; zira akıl her zaman her türlü köleliğe karşı kendini korumayı bilecek, emredildiği üzere, onu sığlaştıracak ve renksizleştirecek, daraltacak, tektipleştirecek biçimde düşünmekten kaçınacaktır. Bu yüzden de varolmanın tanrısal çeşitliliğini tek bir paydaya bağlamaya kalkışmak, sırf bilek gücüyle dayatılmış bir ilke marifetiyle insanları iyi ve kötü diye, Tanrı'dan korkanlar ve sapkınlar diye, devlete itaat edenler ve devlet düşmanları diye, siyah ya da beyaz olarak bölmeye kalkışmak çok bayağı, çok gereksiz bir çabadır!"

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.