Muhteşem Bir Konu Nasıl Heba Edilir: They Live (Yaşıyorlar)

They Live epeydir merak ettiğim bir filmdi. İzledikten sonra hayal kırıklığına uğradım diyeceğim ama tam olarak diyemiyordum da. Beni karışık duygular içinde bırakan bir film oldu.

Sürprizbozan falan yok. İzleyene de izlemeyene de sürpriz gelmeyecek sahneler var. En büyük marifeti kasları olan avare bir abimiz kâh orada kâh burada yaşayıp inşaatlarda geçici işçilik yaparak para kazanıyor. John Carpenter'ı bu konuda tebrik etmek lazım. Daha yeteneksiz bir başrol, tabii hak geçmesin, bir o kadar yeteneksiz yan roller bulmak ve onları filmde oynatmakta ısrar etmek her yiğidin harcı değil.

Sonradan öğrendiğime göre başroldeki Roddy Piper aynı filmdeki gibi bir tipmiş. On üç yaşında babası evden kovmuş, kendini yollara atmış, kısa süreli işlerde çalışmış, sonra da pankreas güreşçisi olmuş. Film boyunca güreşirken yaptığı kasları bol bol gösteriyor. Millet dünyayı istila eden insan kılığındaki uzaylılardan kurtulmaya çalışırken abimiz kasıla kasıla dolaşıyor.

Filmin Konusu


Yalnız filmin konusu harika. İyi oyunculuklar ve biraz daha kaliteli efektlerle çekilse tadından yenmezmiş. Belki yeniden çevrim modası varken birileri el atar. Neyse... Filmde uzaylılar insan kılığında. Çıplak gözle görülmeleri imkânsız. O yüzden bir grup asi, insanların gözünü açmak için özel gözlükler üretmişler. İki kelime etmeyen, kendini karizmatik göstermeye çalışan Nada, içinden meraklının teki çıkıyor. Kilisede gizli gizli üretilen gözlükleri keşfediyor. Polisin amansız operasyonundan sonra arkada kalan bir gözlük kutusunu aşırıyor. Gözlüklerden birini takıyor. Kutuyu çöp tenekesine saklıyor. (Beyin bedava. Sonra bir tarafını yırtacak gözlük bulabilmek için.)

John Carpenter'ın hakkını yememek lazım. Adam elindeki malzemenin farkında. Nada gözlüğü takıp uzaylıları gördükten sonra "Ben sizi gördüm, ben sizi gördüm" diye ortalıkta dolaşıyor. Uzaylılar da kollarındaki saatlerden birbirlerine haber verip adamın eşkâlini tüm şehre yayıyorlar. Sonra polislerden zor kaçıyor. Holly (Zeyna'daki Hera, Meg Foster) adında ölü gözlü bir TV sunucusuna kendini saklattırıyor. Ama kadın ekmek teknesini batırır mı? Atıyor bunu pencereden dışarı. (Filmin sonundaki şaşırtmacasıyla ortamdaki tek normal oyuncu olduğunu kanıtlıyor.)

Nada'nın iş arkadaşı Frank'e gözlüğü zorla taktırma sahnesi var, evlere şenlik. Takacaksın, ı ıh takmayacağım, takacaksın, takmayacağım. On dakika debelendikten sonra Frank de gözlüğü takıyor. Derin bir oh çekiyoruz. Sonra ikili, dünyayı birlikte kurtulmaya koyuluyor. Devamı filmde. Zaten bir buçuk saatlik bir film. Hayıflanmadan izlenebilir.

Sistem Karşıtlığı


Bir buçuk saat, baştan sona izledim ben bu filmi. İzlenmesini de tavsiye ediyorum. Ama neden?

1988 yapımı bu filmde, o dönem de bu dönem de Hollywood yapımlarında göremeyeceğiniz ince bir sistem karşıtlığı var. Devlet yerine uzaylıları koymuş, dünya dışı süsü vermiş ama bildiğiniz kapitalizme ve yürütülen politikalara yükleniyor.

Filmde çok şık bir sahne aralığı var. Nada gözlüğü taktıktan sonra ortam siyah beyaz oluyor. Etraftaki reklam panolarına bakıyor. Bir tanesinde OBEY (İTAAT ET), bir tanesinde CONSUME (TÜKET) yazıyor. Güneşli bir plajda bikinisiyle şuh bir şekilde uzanmış kadının olduğu reklama gözlükle bakıyor: MARRY and REPRODUCE (EVLEN VE ÜRE). Bir dergiciye geliyor. Rengârenk dergilerin arasından bir dergi seçiyor. Gözlükle baktığında tek gördüğü beyaz sayfa üstünde siyah fontlarla  yukarıdakilerin yanı sıra NO INDEPENDENT THOUGHT, STAY ASLEEP, BUY, NO THOUGHT, SLEEP, CONFORM, SUBMİT, WATCH TV... Borsa ve bankacılık dergileri, moda dergileri, hepsi aynı. Zaten filmin adı da isyankâr bir duvar yazısından geliyor: THEY LIVE, WE SLEEP (Onlar yaşıyor, biz uyuyoruz.)

Filmde kapitalizm ve komünizm çatışmasına yakın bir durum yaşanıyor. Nada, inşaattaki arkadaşı Frank'in kalacak yer önerisini kabul edip peşine takıldığında arka mahallelerden birinde insanların ihtiyaçlarını ortak karşıladığı, yemeklerin ortak pişip ortak yendiği bir komüne geliyor. Refah yok belki ama insanlar mutlu. Orada yaşayanların haberi olmadan birkaç kişi hemen bitişikteki kiliseden korsan yayın yapıp insanları uyandırmaya çalışıyor ve o gözlükleri üretiyor. TV'de izledikleri program arasında yayını seyredenlerin hem sinirleri bozuluyor hem de başı ağrıyor. (Gözlüğü uzun süre takınca da baş ağrıtıyor. Gerçekler acıtıyor demek ki...)

Uzaylı polisler (gözlüğü takınca bir kısmı uzaylı bir kısmı insan olan polisler) korsan yayının yerini tespit ediyor. Kiliseden önce komünü yakıp yıkıyor. Sonra da kiliseyi. Gezi Parkı'ndaki gibi sahneler var. Polisler kalabalık halde savunmasız halkın üstüne yürüyor. (Ama yine insaf edip gazı yukarı yukarı sıkıyorlar.) Nada gözlüklerden kapıp kaçtıktan sonra korsan yayın yapan üç kişi arasından TV'de yüzü görünen profesörün ve ara ara vaaz veren kör rahibin polisler tarafından ablukaya alındığına şahit oluyor. Komünden bir çocuğu duvar kenarından kurtarıp metruk bir binaya sığınmış başka birkaç kişinin yanına götürüyor.

Filmdeki ilginç bir ayrıntı da hiç fakir uzaylı olmaması. Geneli zengin, hepsinin hali vakti yerinde. Tek dertleri de insanları kapitalist safsatalarla ayakta uyutmak ve olabildiğince lüks bir hayat sürmek. Uzaylılar için hava hoş denilebilir. Ama onların uzaylı olduğunu bilen insanlar da kraldan çok kralcı. Çünkü bu insanlar işlerini, paralarını ve statülerini kaybetmek istemiyorlar. "Uyanıp ne yapacağız?" diyorlar. Kapitalizmin bu kadar uzun sürmesinin baş nedeni onlar. Filmde de kapitalizm karşıtlarını kendilerine katmak, olmayacağını görünce ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Film ideolojisi yönünden ilginç ve ibretlik. Ama dediğim gibi çok daha iyi bir yapım olmayı hak ediyor. Haydi yapımcılar, pamuk eller cebe. Ama Hollywood'un ekmeğini yiyorsunuz diye ideolojiyi kırpmak yok, tamam mı?

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.