On The Beach (Kumsalda): Nükleer Tehlike Yaklaşırken


Distopik kıyamet filmlerinden devam. Bu sefer eski bir film: On The Beach (Kumsalda). 1959 yapımı bu film o zamanki teknik yetersizlikleri işin psikolojik kısmına odaklanarak çözmüş. Belki de Nevil Shute'un romanından sahneye uyarlanması öyle gerektirmiştir.

Başrolda bakışı, sesi ve duruşuyla her an karizma saçan Gregory Peck (Dwight), ışıl ışıl bakışlarıyla Ava Gardner (Moira), tap dance ile meşhur Fred Astaire ve ileride Psycho (Sapık) filminde kanımızı donduracak Anthony Perkins (Peter) var.

Özetle, nükleer bir dünya savaşından sonra Avustralyalılar öldürücü bulutun kendilerine gelmesini beklerler. Aralarına Amerika, San Francisco'dan kaçabilen bir denizaltının mürettebatı da katılır. Sürprizbozanlarla devam.

Filmde karakterlerin psikolojisine odaklanılır. Karısı ve çocuklarının hâlâ yaşadığına inanan kaptan Dwight, Moira'yla kısa, biteceği kesin bir aşk yaşar. Peter, radyasyon zehirlenmesinin acısını çekmemek için intihar hapları edinir ve karısı  Mary'den bebekleri Jennifer'a vermesini ister. Mary, kesin ölümü beklerken delirecek gibi olur, çocuğunu öldürme fikri onu nükleer buluttan önce içeriden öldürür aslında.

On The Beach izlediğim en umutsuz distopik film diyebilirim. The Road da (Yol) insanı üç gün kendine getiren bir film ama izleyenler bilir, sonunda umut kırıntısı var. Bu filmde birkaç kere heyecanlandım; fakat hepsi boşa çıktı. Denizaltı meçhul, anlamsız bir sinyal alıyordu. Belki bir bebek, bir hayvandır dedim, perdeye takılmış kola şişesi çıktı mesela. Herkesin yaklaşan mutlak ölümle başa çıkma şekilleri farklı. İzleyici de karakterlerle birlikte darlanıyor. Sevenler ayrılıyor, aileler dağılıyor. Filmin sonunda bomboş sokaklar gösterilerek umut beslemenin de iyice önüne geçilmiş. Snowpiercer'da bile iki çocuk ve bir kutup ayısı vardı yahu!

Filmin adından dolayı da bir beklentiye girmiştim. Kaçacaklar, ıssız bir adaya sığınacaklar falan. Ama bütün klişelerin ilk sayılabileceği bir yılda klişeye girmemişler. Kumsal sadece konuşmada ve o insanların gelecek yaşamları gibi hayalde kalıyor. O gergin ortamda bana tuhaf gelen bir ayrıntı da kadınların histerik hareketleriydi. Yer yer Yeşilçam filmleriyle karışmıyor değil.

İzleyin ama benim yaptığım gibi günlük güneşlik bir hafta sonu izlemeyin. Puslu, yağmurlu bir gün ideal. Filmin, günahını da almayayım. Sizi silkeleyip kendinize getiriyor: "Dünyada yaşam birkaç ay içinde sona erecek olsaydı ne yapardım?" İşte onları hemen yapmak için vesile bu film.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.