Gürültü Kirliliği

Trafiğiyle gönüllerde taht kuran Mecidiyeköy...
Ne zamandır kafama takılan bir konu gürültü kirliliği... Özellikle İstanbul'da sessiz bir köşe bulmak neredeyse imkânsız. Büyük şehirlerdeki hareketlilikten dolayı gürültü kaçınılmaz gibi gelebilir ama bence bu derece fazla olması insanlar arasındaki saygıyla da bağlantılı.

Birçok araştırma, gürültü kirliliğinin psikoloji üzerindeki olumsuz etkilerinde hemfikir. Bu olumsuz etkileri kendi üstümde ve etrafımda da gözlemleyebiliyorum. Gürültünün rahatsız ediciliği kişisel alanla alakalı olsa gerek. Market sırasında bile bir santim boşluğu çok görüp birbirimizin ensesine yapıştığımızı hesaba katarsak anlattıklarım "bunun da başka derdi yok" düzeyinde kalacak muhtemelen.

Öncelikle yazacaklarımı çok genellemek istemem. Esas odağım İstanbul. İstanbul'un trafik çilesi hemen her gün gazetelere konu oluyor. Ondan da bıktık ama bir illet daha var: korna. Öndeki arabayla aranızda bir karış mesafe bile olsa, yeşil yanalı bir milisaniye dahi olsa düt düt düüüüt sesini duymamak işten bile değil. Bizde korna bir alet değil, bir iletişim yolu. Kornayla küfrediyor, kornayla teşekkür ediyor, kornayla yol istiyor, kornayla selam veriyoruz. Ayrıca kornayla asker ve gelin kutluyoruz, yeri geldiğinde buna davul zurnalar ekleniyor. Mutluluğu paylaşmak güzel ama herkese duyurma merakına hâlâ anlam veremiyorum. Bu gürültüye maruz kalan zor uyumuş bir bebek ya da bir yaşlı, bir hasta, en hafif ihtimalle ertesi güne ödev yetiştirmeye çalışan bir öğrencinin yerinde olmak istemem.

Milletçe bağırmayı da çok seviyoruz. Bir yerlerde bağırmanın, sesini duyuramama kaygısından kaynaklandığını okumuştum. Sesimizi duyuramadığımızı düşünüyoruz. Anne çocuğuna bağırıyor, patron çalışanına bağırıyor, başbakan halkına bağırıyor. Her zaman azarlama amaçlı değil. Karşıdakinde bir otorite sağlamak ve o otoriteyi korumak için. Olur olmaz yerde, olur olmaz zamanda. Kültürümüz, abartıyı seven bir kültür. Sevdasını dağa taşa duyurma merakında olan adamın, sevdiğini bir tek sevdiğine ifade edememesi ya da reddedildiği anda vahşiye dönüşüp sağa sola kurşun saçmasının yanında bağırmak masum kaçıyor olabilir. Ama bastırılmış ve ne zaman açığa çıkacağı belli olmayan bir şiddetin habercisi niteliğinde.

Son zamanlarda çok ama çok ciddi sorunlar yaşıyoruz. Yine de birkaç küçük ricanın sakıncası olmaz herhalde. Kornayı daha az kullansak (hatta hiç kullanmasak) n'olur? Birine bağırmasak, bağırıldığında hemen kavga çıkarmasak ne olur? Sokağın sonundan ta başta gördüğümüz tanıdığa en gür sesimizle bağırmak yerine yanına gidip seslensek ne olur? Bir işin yapılması için bağırmak yerine rica etsek ne olur? Her televizyonu açtığımızda bütün kanallarda azar işiteceğimize sakin sakin güzel gelişmeler işitsek ne olur? Liste uzar gider... En başta dediğim gibi insanlar arasındaki saygıyla alakalı. Sevgili İstanbullular, saygılı olmak, sakin olmak, mütevazı olmak eziklik değil erdemdir, lütfen.

Unutmadan bir de Murder King'in yeni çıkan albümü Gürültü Kirliliği var. Rock ve metalin gürültü kirliliğine kapım açık: http://cercisanat.com/dergi/3/gurultu-kirliligi

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.