Noah (Nuh) ile Kadim Bir Hikaye Filmine Kavuşuyor


Küçüklükten beri en sevdiğim efsanelerden biri Nuh Tufanı olmuştur. İlerleyen yaşlarda birçok kültürde, bir de Gılgamış Destanı'nda geçtiğini öğrenince daha fazla merak etmiştim. Gerçekten o büyüklükte bir tufan olabilir miydi, o nitelikte bir gemi inşa edilebilir miydi, geride kalanlara ne olurdu, kurtulanlara ne olurdu? Nuh filminin çekildiğini öğrenince heyecanlandım ve yönetmen koltuğunda Darren Aronofsky adını duyunca hayal kırıklığına uğramayacağımı hissettim. Tahmin ettiğim gibi bütün sorularıma yanıt almanın yanı sıra olası bir Nuh'un insani yönüne ve karakterine tanıklık ettim.

Darren Aronofsky bir balerinin hırsına odaklanan Black Swan (Siyah Kuğu), görselliğiyle aklımı alan Fountain (Kaynak), insanın içine oturan Requiem For A Dream (Bir Rüya İçin Ağıt) ve bir türlü izleme fırsatını bulamadığım Pi gibi filmlerin yönetmeni. Film hakkında bilgi ve sürprizbozan vermeden önce bütün filmde tufan görmek isteyenlere baştan söyleyeyim: O, filmin bir kesiti. Yönetmen bize o konuda vaadini filmin adıyla vermiş zaten. Bu filmde Nuh'u izleyeceksiniz.

Nuh rolünde Russell Crowe, eşi rolünde Jennifer Connelly, büyük büyükbaba rolünde Anthony Hopkins, kurtarılan kızcağız Ila rolünde Emma Watson var. Nuh'un üç tane oğlu var, onlara pek ısınamadım film boyunca. Jennifer Connelly yıllara yenik düşmeyecek kadar alımlı ve Naameh Nuh'a karşı duracak kadar güçlü. Aynı şekilde, başroldeki diğer kadın Emma Watson da Harry Potter'dan sonra iyi bir yola girdiğini gösteriyor. Antony Hopkins'in büyük büyükbaba rolü, Ekşi Sözlük'te okuduğum bir yorumda belirtildiği üzere Yüzüklerin Efendisi üçlemesinde yer almayan Tom Bombadil karakterine atıf gibi duruyor.

Bundan sonra sürprizbozanlar olabilir.

Filme aşık olmuş gibi başlamayayım, rahatsız eden birkaç ayrıntıyı belirtip filmi öyle öveyim. Gemiye hayvanların çift olarak alınmasıyla ve abisi Şem'in Ila'yla kaynaşmadıyla ortanca oğlanın benim bir eşim yok tripleri komik geldi. Ama ergen olduğunu göz önünde bulundurursak kanın beynine gitmemesi normal. Yumurtalıklarından yara almış olarak bulunan Ila'nın çocuk doğuramayacak olmasından ötürü büyük oğlan Şem'den köşe bucak kaçması ve büyükbabaya "Ben gerçek bir kadın değilim, ona gerçek bir kadın bulun!" haykırışı sinir bozucuydu. Büyükbaba ona kıyak geçti ama ortanca son anda bulduğu hatunu kapana kaptırınca babasının zoruyla bıraktı. Tanrı istemezse insan ölmezmiş, Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş...

Bir de tuhaf duran ama bence iyi gitmiş ayrıntılar da mevcut. Aklıma gelenler arasında gözcüler var. Adem ile Havva'yı savundukları için onlarla birlikte yeryüzüne düşmüş ve taşlaşmış beden hapsine mahkum olan gözcüler, geminin inşası ve gemi kalkmadan önce diğer insanların istilasında kilit rol oynuyorlar. Doğaüstü unsurları tadında kullanan Aronofsky, gözcüler konusunda cömert davranmış. Nuh'u da bir o kadar insani canlandırmış. Nuh süper güçlere sahip bir peygamber değil de güçlü ve zayıf yönlere sahip, önemli bir görevi sırtlaması için seçilmiş bir insan rolünde. O yüzden özellikle sonlarda bu görevin yükü altında ezilmesi, umutsuzluğa kapılması ve tüm ailesini öldürmeye niyetlenmesi sırasındaki mankafa davranışları anlaşılabiliyor. Neyse ki sevgi kazanıyor.

Vejetaryenlik, tokgözlülük, evrim ve kadınlar

Şimdi de izninizle öveyim. Nuh çok sıkı bir vejetaryen. Ailece ihtiyacı kadar olan otları toplayıp yemek yapıyorlar. Günün birinde avcıların, artık nadir görünmeye başlayan hayvanlardan birini avladıklarına şahit oluyorlar. Ortanca oğlu Hem, bunu ilk kez gördüğü için heyecanlanıyor ama Nuh, et yemenin insanı daha güçlü kılmadığına dair bir açıklama yapıyor. Yıllar sonra gemide açgözlü kıralın yılanlardan birini çiğ çiğ yediğine şahit oluyor. Babasından habersiz sakladığı Kral Hem'e bir parça et uzatıyor ve o da kabul ediyor. Bu sahne Hem babaya karşı çıkış hem de et yiyerek kirlenmişlik anı oluyor.

Nuh mütevazı ve ailesi de öyle. Daha fazla şeye sahip olmak istemiyor. İhtiyacı olduğu kadar... Küçük bir çocukken babası, yaşadıkları kutsal topraktaki değerli madenlere sahip olmak isteyen (günümüzden bir tanım kullanayım) kapitalist güçler tarafından öldürülüyor. Nuh, ailesiyle sessiz sakin bir yerde kendi halinde yaşıyor. Ama geminin yapıldığını öğrenip ağzının suları akan kral avucunu yalayınca "Buralar hep beniiinmm" havalarına giriyor ve akabinde Nuh'tan Yaşar Usta misali bir yanıt alıyor: Boşuna havalara girme, buralar Tanrı'nın, dolayısıyla herkesin eşit payı var. (Komünizme göz kırpma mıdır bilmem ama Ege ve Akdeniz sahillerinde halk plajlarını çevreleyip paralı veya otele özel hale getiren tiplerle de benzer bir çıkış bekliyorum kendisinden.)

Filmde daha en baştan dini bir hikaye ele alınmasına ve hep Tanrı'nın buyruğu yerine getirilmesine rağmen yoğun bir dini hava sezilmiyor ki bence iyi. Ayrıca Nuh gemide ailesine evrimi anlatıyor, o anlatırken gösterilen sahneler enfes. Dünyanın yedi günde yaradılışının ardından evrimin hikayesinin gelmesi ilginç olmuş. Evrimde Tanrı dünyayı yarattıktan sonra yaratıkları kendi haline bırakmış gibi ama insanlar her zamanki gibi güzelim ortamı berbat etmişler. Nuh'un ailesini öldürmek istemesinin altında da yeni cenneti mahvetmemekle yükümlü olduğunu düşünmesi yatıyor.

Filmde beğendiğim bir husus da kadınlar hakkında. Kadın karakterler başta da bahsettiğim gibi sözünü sakınmayan güçlü karakterler. Yönetmenin buna açık açık destek verdiği görülüyor. Yaratım sırasında ilk insanlar ışıktan ve Havva'nın Adem'in kaburgasından değil "Adem'le yan yana" yaratıldığını işitiyoruz. Ila hamile kaldığında Nuh ona kızı olursa öldüreceğini söylüyor. Şem'le birlikte kahroluyorlar ama yapabilecekleri pek bir şey yok. Ila doğurduğunda onu doğurtan Naameh'in yüzünde hüzün beliyor. Tamam, kız oldu. Ama Ila doğurmaya devam ediyor çünkü bebekler ikiz çıkıyor. İkinci bebek kesin erkek derken o da kız doğuyor. Dünyada kalan son adam muhabbeti dönerken dünyaya gelen iki kıza seviniyoruz. Ve tahmin edildiği üzere Nuh bu iki bebeğe kıyamıyor ve gemi karaya vurduktan sonra bir mağaraya yerleşip kendini has şaraba veriyor.

Özet geçersem, tufan öncesi, tufan sırası ve tufan sonrası anlatımların oranı iyi ayarlanmış. En çok beklediğim sahneler olan hayvanların gemiye binmesi ve tufan şiddetini artırdığında geminin sudaki mücadelesi tam istediğim görüntüleri sundu bana. O sahneleri ara ara açıp izleyebilirim. Sinema çıkışında havanın iyice kapanmış olması da gerçek yaşam simülasyonu sağladı, ne mutlu.

Bu arada Musa'nın hikayesi de filme çekiliyor ve başrolde Christian Bale var, o yüzden yine içim rahat. İlk üçümde yer alan bir hikaye daha kaldı: Süleyman. İyi çekilmesi kaydıyla yapımcılara ricam olsun buradan.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.