Tekrar Tekrar İzlemelik: Bülbülü Öldürmek (To Kill a Mocking Bird)
To Kill a Mockingbird, Türkçe adıyla Bülbülü
Öldürmek Harper Lee'nin
kaleme aldığı kitap ve bu kitaptan uyarlanan film. "Mockingbird"
aslında bülbül değil alaycıkuş adı verilen bir kuş. Ama filmde verilmek istenen
anlamı karşılıyor. Bu yazıda kitabı değil filmi ele almaya çalışacağım.
Filmin yönetmeni Robert Mulligan. Dönemin karizmatik ve yetenekli (ayrıca daha sonra değineceğim üzere karizmatik) yıldızı Gregory Peck avukat Atticus Finch rolünde, Mary Badham kızı Scout, Philip Alford oğlu Jem rolünde karşımıza çıkıyor. Tabii bir de Robert Duvall var ama onun rolü sürprizli.
Filmin yönetmeni Robert Mulligan. Dönemin karizmatik ve yetenekli (ayrıca daha sonra değineceğim üzere karizmatik) yıldızı Gregory Peck avukat Atticus Finch rolünde, Mary Badham kızı Scout, Philip Alford oğlu Jem rolünde karşımıza çıkıyor. Tabii bir de Robert Duvall var ama onun rolü sürprizli.
Film, Scout'un
ağzından küçük bir kız naifliğiyle anlatılıyor. Atticus Finch, haksız yere
tecavüzle suçlanan siyah bir adamın avukatlığını yapıyor, sürekli "iki
çocuğun var" hatırlatmasına maruz kalsa da davasından ve adaletten
vazgeçmiyor. Scout'un gözünden anlatılan hikayede babasına olan hayranlığını,
yetişkin halindeki dış seste de bulmak mümkün. Ama baba da baba yani...
Dikkat,
sürprizbozan çıkabilir!
Film tatlı tatlı
iki saat sunarken tarihi sahnelere de imza atıyor. Buradaki rolüyle Oscar'ı
kucaklayan Gregory Peck'in payı epeyce büyük elbette. Bir de bizi o yıllara
götüren, lastikten salıncalarda sallanan, perili ev tarzı şehir efsanelerinin
peşine düşen üç çocuğun (Scout, Jem ve komşuları Dill'in) bütün siyasi ve
ekonomik şartlara rağmen neşelerini izlemek de oldukça keyifli.
Filmde kendimce üç
özel sahnem var.
Birincisi, Scout'un babasını ve siyah tutuklu Tom
Robinson'ı kurtardığı sahne. Öncelikle, Atticus'un nasıl bir baba olduğundan
bahsetmek gerekir. Çocukların annesi yok ve oldukça sevecen siyah bir bakıcıları var. Atticus, dört dörtlük bir baba profili çizer. Tok sesiyle çocuklarının
sorularını onları doyuracak şekilde cevaplar, ekonomik sıkıntılara rağmen
çocuklarına kaliteli zaman ayırmayı ihmal etmez, bir yandan da çocuklarını
çok sevmesine rağmen suçsuzluğuna inandığı bir adamı savunacağı bir davayı
almaktan çekinmez. Scout'a devamlı olarak başkalarıyla empati kurmasını,
kendini onların yerine koymadan tam olarak anlayamayacağını öğütler.
Ve filmin
ortalarında gözleri dolduran sahne gelir: Tutuklu Tom Robinson bölge
hapishanesine getirilmiştir. Atticus Finch olası linç girişimlerini önlemek
için tam hücrenin önünde oturmaktadır. Yöre halkı gelip Atticus'ın etrafını
sarar. Atticus sağlam iradesinden, kararlılığından hiçbir şey kaybetmez. Ama
hesaba katmadığı bir şey olur; bakıcılarına bıraktığı çocukları Dill'le
birlikte kaçıp yanına gelmiştir. Üç çocuğa zarar gelme olasılığına karşı
Atticus'un gözlerinde endişe belirir ama Scout duruma el koyar. Kalabalığa
doğru döner, (paraları olmadığı için tahıl ürünleriyle ödeme yapan) komşusuna
selam vererek oğlunun halini hatrını sorar. Adamın nefret dolu bakışları bu
dostane yaklaşımdan sonra yumuşar, "iyi" der ve Scout'un selamını ileteceğini
söyler. Kalabalık sessizce dağılır.
İkincisi, filmi izleyenlerin internette yaptığı
yorumlardan anladığım üzere ortak bir sahne. Tom Robinson'ın savunmasının
yapıldığı mahkeme salonunda beyazlar alt katta, siyahlar üst katta
konumlanmıştır. Mahkeme salonuna yalvar yakar giren çocuklar da üst katta,
rahibin önünde yerlerini alır. Üst kat, savunmayı soluksuz izler, jüri olumsuz
oy verir, hakim mahkemeyi erteler. Yine de üst katta umut vardır çünkü Atticus,
Tom Robinson'ı savunmaktadır. Alt katta herkes çıkar, en sona Atticus kalır.
Bütün siyahlar saygıyla ayağa kalkar ve rahip, Scout'u aynı şeyi yapması için
nazikçe uyarır: "Ayağa kalkın, babanız geçiyor."
Sahneyi buradan
seyretmeniz de mümkün: http://www.youtube.com/watch?v=q7CX_5D6y6E
Üçüncüsü, Atticus'ın Tom Robinson'a karşı suçlamaları dinlediği ve haksız çıkardığı, müvekkilini savunarak serbest bırakılması gerektiğini savunduğu sahne. Yedi sekiz dakika kadar süren bu sahne tek seferde çekilmiş. Başta Gregory Peck'in gerçekten avukat olduğunu düşünüyorsunuz ama fazlasıyla iyi bir oyuncu olduğunu öğreniyorsunuz. Bu sahneyi 12 Angry Man'la kıyaslayarak hafif bulan çok kişi olmuş ama bence tamamen bir dava üzerinden ilerlememesi, çocuk gözünden anlatılması ve Atticus'ın karakterini iyice gözler önüne sermesi açısından oldukça doyurucu.
Üçüncüsü, Atticus'ın Tom Robinson'a karşı suçlamaları dinlediği ve haksız çıkardığı, müvekkilini savunarak serbest bırakılması gerektiğini savunduğu sahne. Yedi sekiz dakika kadar süren bu sahne tek seferde çekilmiş. Başta Gregory Peck'in gerçekten avukat olduğunu düşünüyorsunuz ama fazlasıyla iyi bir oyuncu olduğunu öğreniyorsunuz. Bu sahneyi 12 Angry Man'la kıyaslayarak hafif bulan çok kişi olmuş ama bence tamamen bir dava üzerinden ilerlememesi, çocuk gözünden anlatılması ve Atticus'ın karakterini iyice gözler önüne sermesi açısından oldukça doyurucu.
Hazır
sürprizbozanlardan gidiyorken, Robert Duvall'ın sürprizli rolünü de
açıklayayım: efsanelerin kahramanı Boo Radley. Çocukların çok korktukları, bir
o kadar da merak ettikleri gizemli komşuları Boo da belli ki onları merak etmiş
ve sevmiştir. Ara ara evinden ağaç kabuğuna küçük hediyeler koyan Boo, filmin
sonunda çocukların hayatını kurtararak onlara ve Atticus'a en büyük hediyeyi de
vermiş olur. Filmdeki "mockingbird"den kasıt da Boo Radley'dir.
Bülbülü öldürmek günahtır, yargısız infaz da öyle. Maalesef, Tom Robinson Boo
kadar şanslı değildir, ikinci kez mahkemeye çıkmadan önce (şaibeli bir şekilde)
kendini öldürür ya da öfkeli halk tarafından öldürülür.
Gregory Peck
Rolünün hakkını
veren Gregory Peck'ten bahsetmemek olmaz. Eskilerin bu aktörünü özellikle ayrı
tutuyordum. Hakkında biraz araştırma yapınca çok sevindim çünkü tam bir
aktivist çıktı! Kendi filmleri arasında en sevdiği Bülbülü Öldürmek olan Peck, bu rol ona teklif
edildiğinde seve seve kabul etmiş. Filmdeki Atticus'un 30'lu yıllarda davayı
kabul etmesi gibi, Peck'in 60'lı yıllarda bu rolü kabul etmesini de cesaret işi
sayabiliriz. Ayrıca, Peck istemediği hiçbir rolde oynamamış ve tıp dersleri
almış ilginç bir aktör. (Onu ilk olarak Mengele rolünde olduğu The Boys from Brazil, daha
sonra romantik komedi Roman Holiday'de izlemiştim.)
Adına sadece
filmlerde değil film, sanat, hatta kanser ve AIDS topluluklarında rastlıyoruz.
1980 yılında Crysler şirketinde 600.000 kişinin işinden olması tehlikesine
karşı ücretsiz olarak TV satışlarını yapmış. 1968 Oscar'nın tarihini Martin
Luther King'in öldürülmesi dolayısıyla ileri bir tarihe aldırmış. Martin Luther
King'le birlikte yürüyüş yapmış. Üniversitede sırtını incitmesi
sayesinde II. Dünya Savaşı'nda askerlik yapmaktan kurtulmuş. Savaş karşıtıymış, oğlunun savaşta yer almasına onay verse de Vietnam Savaşı karşıtları arasında yer almış. Gey ve lezbiyen haklarını savunmuş. 1997 yılında alakalı bir birlikte sunuculuk yaparken şöyle demiş:
"Bu kadar haklı ve basit bir şeyi savunmak zorunda kalmak bana öyle saçma
geliyor ki..." Nükleer silahlara ömür boyu karşı çıkmış ve On the Beach (Kumsalda) filminde de bu sebeple yer
almış.
"Yaşadım!"
dediğinde bu sözcüğün en fazla hakkını verecek insanlardan biriymiş Gregory
Peck...
Ayrıca, Scout
rolündeki Mary Badham'la arkadaşlıkları sürmüş ve Peck vefat edene kadar
birbirlerine filmdeki isimleriyle hitap etmeyi sürdürmüşler.
Bülbülü
Öldürmek, bir dönemi
yansıtması ve ırkçılığa karşı, empatinin yanında duruşu, çocuk yetiştirmenin en
iyi örneklerinden biri olmasıyla kayda değer bir film. Ama şu da var ki filmin
savunduğu değerler bugün hala güncelliğini koruyor. Biz ve onlar diye
ayrılmaya çalışılan bir toplumda herkesin birbirini tanımaya, kendini
başkasının yerine koymaya hakkı ve ihtiyacı var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder