Yazarlar ve Sanatçılarla Buluşma: Midnight in Paris

Woodie Allen filmlerini genel olarak inceleyecek yetkinlikte değilim ama son izlediğim filmini gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim: Midnight in Paris (Paris'te Gece Yarısı). Bir buçuk saat boyunca birçok önemli yazar ve sanatçılar canlandı ve beni bulunduğum andan alıp yaşadıkları döneme taşıdı. Büyük ölçüde 1920'lü yıllarda, biraz da 1800'lü yılların sonlarında gezdirdi.

Film 94 dakika, tadında bitiyor hatta doyamıyorsunuz. Yönetmen Woody Allen, oyuncular konusunda oldukça cömert davranmış: Owen Williams, Rachel McAdams, (Dr. Masters'ımız) Michael Sheen, (Sarkozy'nin eşi) Carla Bruni, (pişkin sırıtışlı Loki'miz) Tom Hiddleston, Marion Cotillard, Adrien Brody... Şu şu rolde, bu bu roldeymiş diye diye bir hal oluyorsunuz.

İnsanın içi gittiği bir şey de filmin geçtiği yer. Paris'e gitmeyen biri olarak filmdeki sahneler, sokaklar, kafeler ve manzaralar beni heveslendirmeye yetti de arttı. Paris daha çok Eyfel Kulesi'yle özdeşleşmiştir ama ondan çok daha kayda değer yerler olduğunu düşünmüşümdür. Woody Allen da benimle aynı fikirde galiba. Çünkü Eyfel Kulesi gözümüze sokulmadan, uzaktan bir siluet halinde gösterildi. Ama Zafer Anıtı, Avenue des Champs-Elysées (Şanzelize Caddesi) ve Notre Dame Katedrali başta olmak üzere birçok güzel eseri görme fırsatı elde ettim.

Sürprizbozanlar geliyor


Filmin konusunu özetlersek: Yazar Gil, Inez'le evlilik hazırlığındadır. Inez'in anne babasıyla Paris'e gelirler, Inez'in bir arkadaşı ve eşiyle buluşurlar. Yazar tıkanıklığı yaşayan Gil, Paris'te ilham geleceğine inanarak sokakları dolaşmak, yalnız takılmak isterken Inez arkadaşlarıyla partiden partiye koşmak ve çılgınca alışveriş yapmak ister. (Birbirlerinden farklı olduklarını anlamaları için filmin sonunu beklemeleri gerekecek.) Inez'in anne ve babası zengindir, dalgın ve parasız Gil'i pek tutmadıkları bellidir. Zaten yazar hassasiyeti taşıyan Gil, Inez'in ailesi ve arkadaşları karşısında yapayalnızdır. Inez, entel arkadaşı Paul'ün yanında Gil'i aşağılar, daha sonra da (Heminway'in çakallığı sonucu) onunla Gil'i aldattığı ortaya çıkar. Gil de başından geçen olaylar ve yeni bir aşkla Inez'in hayatının kadını olmadığını anlayacaktır.

Kimler yok ki


Bir akşam Gil, Inez'den ayrı takılmak ister ve Paris'in bir köşesinde mermer basamaklara oturur. Saat dong! diye çalar,  20'li yıllardan fırlamış bir araba önünde durur ve içindekiler Gil'i çağırır. Çağıranlar Zelda Fitzgerald ve F. Scott Fitzgerald'dır. Yetmezmiş gibi gittikleri yerde daha fazla tanıdık isimle karşılaşır, başta inanamaz, Zelda da onun bu durumunu sıkıldığına yorarak başka yere geçmeyi teklif eder. Yeni geçtikleri yerde Ernest Hemingway ile tanışır. Daha sonra Pablo Picasso'nun atölyesine geçerler, Gertrude Stein da oradadır ve Mattise de. Gil, Picasso'nun sevgilisi Adriana'ya vurulur. (Kadınlara kur yapmayı seven Hemingway maço tavırlarıyla bu güzel kadını etkileyemez.) Gil'in talihi bu kadarla kalmaz. Sürrealizmin babalarından Salvador Dali, Louis Bunuel ve Man Ray'le aynı masada oturma şansı bulur. Adriana'yla daha da geçmişe gittiklerinde Henri de Toulouse-Lautrec, Paul Gaugin ve Edgar Degas'yı da görürler.

Film güzel bir mesaj vermekten de geri durmaz: Herkes yaşadığı zamanı sıkıcı bulur ve daha eğlenceli bulduğu geçmiş bir zamanda yaşamak ister. Anın tadını çıkarın demeye de tam getirmez ama geçmişe özlem duymanın sonunun olmadığını vurgular. Birlikte 1800'lerin sonuna gittiği Adriana orada kalmak ister, Gil ise 20'li yılları sevmiştir. Taze sevgililer orada ayrılmak zorunda kalır. Gil günümüze döner, Inez'in aksine Paris'e yerleşmeye karar vererek nişanlısından ayrılır ve Paris'te mütevazı bir nostalji dükkanını işleten kızla muhabbetini ilerletir.

Filmde hoşuma giden bir şeyse yazarla buluşmaların bir rüyadan veya gündüz düşünden ibaretmiş diye kestirip atılmaması. Gil'in müstakbel kayınpederinin peşine taktığı dedektifin kaybolması ve başka bir sahnede krallıklar döneminde bir saraydan çıkması da keyifli unsurlardandı. Zamanda yolculuk konusunda yazarımız kadar başarılı değilmiş maalesef...

Midnight in Paris'i izledikten sonraki gün yemekhanede dong dong! sesler duydum. Yazmayı seven bir arkadaş da aynı sesleri duyunca şüphelendim. Bu öğlen yemeğini Ernest Hemingway'le mi yiyeceğiz acaba derken alakasız bir ses olduğunu anlamamızla hayal kırıklığına uğradık. Ama olsun. Filmin tadı hâlâ damağımdda.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.