Öğrencilik mi İş Hayatı mı?


2007 yılında mezun olduğumdan bu yana birkaç kere yüksek lisans girişiminde bulunmam dışında kalem kağıda ders amaçlı dokunmadım. Hâlâ ilgi duyduğum akademik bir konuda ilerleme isteğim var ama mevcut şartlarda çok da girişken olmak gelmiyor içimden. Bunda da bir umutsuzluk havasının hakim olduğunu itiraf etmeliyim.

Ülkede birçok sorun var elbette ama benim özellikle takıldığım sorunlardan biri herkesin bir başkasından beslenmesi. Elbette insan toplumsal bir hayvan ve başkalarının varlığıyla kendi varlığını doğrulayabilir. Ama bizim kültürümüzde herkes birbirine hükmetme peşinde, genelde de iyi niyet kisvesi altında: "Senin için doğru olanı ben bilirim." Neredeyse kimseyi kendi için bir şey yaparken göremezsiniz ama başkalarına çekidüzen vermek için kendilerini paralayanları sık sık görürsünüz. Böyle bir müdahaleyi reddettiğinizde mazeret hazırdır: "Sen de iyilikten hiç anlamıyorsun!"

Bireysellik sorunu


Her ülkenin geçmişinde karanlık dönemler, her kültürün artıları ve eksileri var elbette. Mevcut durumu göz önünde bulundurarak dikkatimi çeken bir şeye değinmek istiyorum. İtalya turuna çıktığımızda yaklaşık 25 senedir bir deneyim deryasına dönmüş olan rehberimiz o ülkede çocukların 3-4 yaşında çanta toplamayı öğrendiğini, hatta öğretmenleri eşliğinde gezilere katıldığını söyledi. Bu çocukların büyüyünce kendi işlerini kendi halleden özgüvenleri yüksek bireyler olduklarını tahmin edebiliriz. Rehberimiz sonra otobüste bir kız bir de ufak oğlan annesi olan bir kadına döndü ve "Sizinkilerin de kendi bavulunu toplama vakti gelmiş" dedi şakayla karışık. Anne dellendi ve "Daha vakitleri var" dedi.

Aslında bu, oldukça açıklayıcı bir vaka. Tur boyunca takip ettiğimde gördüm ki anne kızını tamamen kendi haline bıraktı, sürekli oğluyla ilgilendi. Genel geçer bir tahminde bulunursam, kız  sürekli kendi başına bir şeyler halletmeye çalışırken 30, 40, 50 yaşına da gelse hayatını yaşamak istediğinde yüksek sesli bir "DUR" işitecek; oğlan ne yapsa pışpışlanacak ama o da sürekli koruyucu kanatlar altında hareket alanı bulmaya çalışacak ve o kanatlar dışında kendi kendini ifade edemeyecek.

O zaman hangisi?


Şimdi, başlıktan buralara nasıl geldim? Dediğim gibi fırsatını bulan herkes başkasını kontrolü altına almaya çalışıyor. O gücü elde edince dur durak bilmiyor. Verdiğim örnekte çocuklara yetişkinliğe ilk adımlar atmak desteklenirken mevcut kültürde aileden devlete kadar herkes yetişkinlere ömür boyu çocuk muamelesi yapma peşinde. Aslında devletin de, hükûmetin de vatandaşlarına uyguladığı tavır bu: "Doğruyu, yanlışı biz sizin için seçeriz." Hal böyleyken, ne öğrenci olarak ne de bir işyerinde çalışarak kendini ifade etmek mümkün değil.

Bir konum "kapmanın" zorluğu düşünülürse bulundukları konuma yerleşen "üstler" o konumu korumak için ellerinden geleni yapacak. Akademi hakkında birebir deneyimim yok ama işyeri için diyebilirim ki tek varoluş alanı edindiği titr olan yöneticiler ve patronlar, (baştan aldıkları ve benimsedikleri kültürle) kendilerini geliştirmek yerine başkaları üstünde tahakküm kuracaklar. Bu insanlar ne emir almadan ne emir vermeden yaşayabilirler. 

Halil Cibran'ın bir sözü var: "Gerçekten büyük insan odur ki, ne yönetir ne yönetilir." İşte o zaman, insan bir birey olarak kendini ifade edebilir. Buna karşı savunma da çok bencil oldukları yönündedir. Asıl tehlike zaten bencil olmamakta. Kendini geliştirmeyip başkalarına müdahale eden insanlar oldukları yerde saydıkları gibi başkalarının da ileri atılmasına engel oluyorlar. Bu durum, iş hayatını da öğrenciliği de cehenneme çeviriyor. Matematik projesi koca bir bilim kurulu tarafından "sen bunu yapmış olamazsın" diye reddedilen ve Almanya tarafından projesi sahiplenilen çocuğu düşünün.

İster kaçış ister soluklanma deyin, bana göre çözüm yolu, bu kültürün dışına çıkıp başka bir kültürü deneyimlemekten geçiyor. Ancak o zaman başlıkta sorduğum sorunun cevabını ne olarak bulabilirim belki...

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.