Gözümüzün Önündekileri Göremediğimizde: Körleşme

Körleşme - Elias Canetti

Körleşmeyi okuyacak bireylere peşin ve önyargılı bir öneri: Çelik gibi bir sabrınız yoksa bu işe girişmeyin.
Hayır, bunun kitabın beş yüz küsur sayfa olmasıyla alakası yok. Binlerce sayfa okunabilir istendiğinde. Bu öneriyi buraya yazmamın nedeni, romanın karakterlerinin bende gerçek olsalar bu irice sayılabilecek kitabı kafalarına fırlatma isteği uyandırmaları. Ama bu, belki de Elias Canetti’nin amacına ulaştığının bir belirtisidir.

Romanın başkahramanı, çağının en büyük sinologu kabul edilen Kien. Romanın başında “Bu kadar saf olunur mu be adam?” diye insanın sinirlerini oynatan ama romanın sonlarında roman içinde belki de sempatiyi en çok, hatta tek hak eden karakter olduğunu düşündürmesiyle diğer karakterlerden ayrılıyor. Kien’in düşünceleriyle eylemleri arasındaki tutarsızlığın diğer roman karakterlerinde de ziyadesiyle olması belki de Kien’in gerdiği sinirleri gevşeten. Misal olarak zihninde oldukça olumsuz yargılarda bulunduğu kadın cinsinin en olmayacak bir tanesiyle evlenmesi gösterilebilir. Kien’in hayatında en çok değer verdiği, gözü gibi sakındığı, evin dört bir yanını dolduran kitaplar. (Evlenmesi muhtemelen o kabul etmese de kitapların onun yalnızlığını giderememesinden ötürü.) Zavallı Kien’in kitaplarının toplamda ettiği değer roman boyunca herkesin gözüne bakıyor. Klasik “O kadar parayı o kitaba vereceğime…” mantığının “Yok artık,” dedirten olaylar silsilesine yol açıyor.

Kien’in evlendiği kadın Therese adında, Kien’den yaşça büyük, hayatını o ana kadar hizmetçilikten kazanan eğitimsiz bir kadın. Kien’le evlenmek için kendini müthiş bir kitap sever olarak gösterip evlendikten sonra Kien’in sahip olduğunu düşündüğü milyonların üstüne konmak gibi bir sonradan görmüşlükle hareket ediyor. Kien’in evine parça parça el koymakla başlayan bu hırsı en sonunda Kien’in kendi evinden kovulmasına kadar gidiyor. Therese’nin kendisi hakkında atıp tuttuğu bir konu da “namuslu” olması. Gittiği hiçbir evin erkeğine yüz vermediğini iddia etse de kitabı okuyan birisi Therese’nin de düşündükleriyle yaptıklarının birbirini tutmadığını fark etmekte zorlanmayacaktır. Bir de Therese hep bir şeylere, daha fazlasına sahip olmaya çalışmaktadır. Kien onu anlamamaktadır. Yeni alınan her meta Kien’in midesini bulandırır.
Kien’e kızdığım husus budur: Bir halt edip böylesine yüzeysel bir kadınla evlenmişsin, kadının senin en değer verdiğin meziyet olan kitap severliğin yanından geçmediğini anlamışsın, har vurup harman savurmasını hiç hazzetmiyorsun… Peki ne diye hâlâ evlisin? Kien’in de bu sorunun cevabını tam olarak bildiğinden emin değilim. Yer yer kadına sert davranmak istese de (ki kadın erkek eşitliğini savunmama rağmen buna karşı çıkmayabilirdim) sadece fikirde kalıyor. Kitabın ilerleyen safhalarında bahsettiğim gibi Kien’e sempati duyuluyor. Kien ağırbaşlılığı, nezaketi, kültüre ve öğrenmeye verdiği önemle aslında dünyada örneğine sık rastlanmayan bir tipleme.

Göze çarpan diğer bir karakterse cüce Fischerle. Bu kişi de Therese gibi Kien’in olmayan milyonlarına göz dikiyor onunla tanıştıktan sonra. O da başta kitapların önemini sözde vurgulasa da kitapların tutarını hesaplamaya koyuluyor. Kien’e ne kadar tokgözlü olduğunu her fırsatta anlatmaya doyamıyor, ama aslında açgözlünün önde gideni. (Hep öyledir ya… “Ben şöyleyim, ben böyleyim,” diyen insanlar genelde dediklerinin tam tersi çıkarlar.) Hatta Fischerle, Therese’den bir adım öteye gidip Kien’in erkek kardeşi, kendini yardımsever ve harika biri gibi gösteren ama içinde komplekslerinden kıvranan bir doktor olan Georges’le bağlantı bile kuruyor.

İlginç ayrıntılardan birisi de Kien’in etrafındaki iğrençlikleri görmemek için kendini arada karanlığa mahkûm etmesi. Karanlıkta, bu kısmı körlük zamanlarında kitap okuyamasa da huzuru bulur. Ama kitabın sonunda okuyucuyu şaşırtan bir şey yapar. Ve bence yapabileceği en iyi şeydir.

Körleşme, körlüğü (kitaptaki kör karakter hariç) manevi bir sembol olarak kullanır. Kitabın Almancadaki orijinal adının Kamaşma (Die Blendung) anlamına geldiği düşünülürse, Elias Canetti’nin insanların gerçekleri görememesinden çok, düşüncelerini tam tersi şekilde davranışlara dökerken, kendilerinin bazen farkında olmadıkları bir “kamaşma” yaşadıklarını kastettiği daha yerinde bir tahmin gibi geliyor bana.

Tabii bir de Elias Canetti’nin böylesi bir romanı yirmi altı yaşında yazmış olması gibi bir detay var ki oraya hiç girmiyorum.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.