Ütopyalar Gerçekten Ütopya mı? (Deneme)


Ütopya kelimesi, “ou” (yok) ve “topos” (yer) kelimelerinden türemiştir ve “yok-yer, olmayan” anlamına gelir. Teoride, mükemmele yakın özelliklere sahip olan topluluklar ve ülkeler için kullanılır. Bu kelime, ilk olarak Thomas More tarafından oluşturuldu ve bu alan için belirleyici oldu.

Thomas More’un yazdığı Ütopya, ütopyaların ilkidir ama sonuncusu değil. Hatta, anti-ütopyaları, yani distopyaları da sayarsak Rönesans’tan günümüze kadar bilimsel, dini, feminist birçok ütopik eser kaleme alındığını söylemek mümkün. Ama bu yazının odağında sadece üç tane Rönesans ütopyası olacak: ÜtopyaGüneş Ülkesive Yeni Atlantis.

Yazının amacı, bu üç ütopyayı hukuk açısından (özellikle de hukuktaki normlarla ilgili, değerlendirilebilir veya yerleşik konuların, örneğin özgürlüğün kısıtlanmasını, yasalara uyma zorunluluğunu ve cezalandırmanın bütün temellerinin sorgulanmasını içeren normatif hukuk açısından) inceleyip hukuk felsefesine göre değerlendirmek. Bakalım, mükemmele yakın olduğu düşünülen bu tasavvurlar gerçekten öyle mi? Temkinli olmamızı gerektiren veya arzu edebileceğimiz yanları var mı?

Ütopyalardaki hukuka geçmeden önce değerlendirmenin kapsamını belirlemek gerekli. Bunun için öncelikle siyaset felsefesi veya uygulamalı etikle hukuk felsefesini karıştırmamak, bunların aralarındaki sınırı belirlemek şart. Türkiye Anayasası’nın yorumlanması aslında siyaset felsefesinin, yasal yorumlamanın analizi ise hukuk felsefesinin kapsamına girer. Anayasada idam cezasının yer alıp almamasına ahlaki açıdan yer verilip verilmemesi uygulamalı etiğin, ceza kurumunun gerekçelendirilip gerekçelendirmediği ise hukuk felsefesinin konusudur (Himma). Yazı, mümkün mertebe hukuk felsefesi sınırlarında kalacak.

1. Üç Ütopyadaki Yasalar

a. Thomas More’un Ütopya’sında Yasalar

Ütopya’daki yasalar hakkında satır aralarından keşifler yapmak mümkün olsa da kitabın sonuna doğru Thomas More doğrudan şunu söyler:

Çok az sayıda yasaları var, çünkü öyle iyi kurumsallaşmışlar ki bu az sayıdaki yasa onlara yetiyor da artıyor. Bu yüzden, cilt cilt hukuk kitabına ve bu kitaplar üzerine yazılmış sayısız yoruma sahip oldukları halde, bunların hâlâ kendilerine yetmediğini söyleyen öteki halkları çok ayıplıyorlar. Çünkü, baştan sona okunmayacak kadar çok, herhangi birinin anlamayacağı kadar da karmaşık olan bu yasalara insanlardan uymalarını beklemenin tam bir adaletsizlik örneği olduğunu düşünüyorlar (s. 148).

More, Ütopya halkının avukatları olmadığını, her bireyin kendi kendini savunabilecek kadar hukuk bildiğini vurguladıktan sonra şöyle ekler:

Derler ki, bütün yasaların tek amacı insanlara kendi sorumluluklarını anımsatmaya yönelik olmalıdır. Ayrıntıya kaçan yorumlamalar ancak birkaç kişiyi yola getirir çünkü ancak o birkaç kişi meselenin özünü kavrayabilir, oysa yalın ve apaçık yasa yorumları herkesin anlayacağı dildedir. ... Sıradan insanın sıradan aklı bu tür yasaları anlamak için kendini zorlamaz, zorlasa da geçim derdine düşen bir insanın böyle yasalarla uğraşmaya ömrü yetmez (s. 148-149).

Özel mülkiyetin olmadığı Ütopya’da vatandaşlara eşit haklar sağlanarak yasal eşitlik sağlanır. Bu eşitliğin devamı her otuz ailenin kendine seçtiği temsilciler (eski dilde syphofrantus, yeni dilde phykarchus) ile pekiştirilir. Bu temsilciler protoplylarchus adı verilen bir başkana bağlıdır. İki yüz kadar temsilci, dört tane prens adayı arasından birini seçer. Prenslik görevi ömür boyu sürer ama tiranlığa özenen prensler görevden alınır. Gelelim, bu seçilmiş prenslerin hukuk felsefesini ilgilendiren kısmına. Bu kişiler, onları seçen kişilerin evlilik öncesi ilişkilerinden (aslında çalışmaktan zaten vakit ayıramadıkları) seyahatlerine kadar her şeylerine karışır.

Ütopyalı “erkekler” evleneceği kadını özgürce seçebilir, çiftler aldatma veya anlaşamama durumunda boşanabilirler. Az sayıdaki yasada zinanın çerçevesi çok net çizilmiştir; zinanın, hatta zinaya niyetlenenlerin cezası idamdan kötü olarak tanımlanan köleliktir. “Zina dışında kalan diğer suçların yasalarla belirlenmiş pek bir cezası yoktur. Suçun derecesine göre affedilip affedilmeyeceğine senato karar verir” (s 145). “... herhangi bir ağır suç için biçilen ceza, insanı köleliğin zorlu yaşam şartlarıyla yüz yüze bırakmaktır” (s. 146). Kölelik kavramının varlığından toplumdaki eşitliğin yüzde yüz olmadığı anlaşılabilir.

Bizi hukuk açısından bir umutlandırıp bir hayal kırıklığına uğratan Ütopya’da sonlara doğru gelen şu cümle bu sefer umut hanesine bir artı ekler: “Her şeyi bir kenara bırakın, en başta toplumun pastasından en iyi dilimi hak edenlere minik bir lokma verilmesi büyük haksızlık, ama bir yasa çıkarılıyor ve bu haksızlık da kılıfına uyduruluyor, sonra da buna adalet deniyor” (s. 183). Burada günümüzde de hala cevap arayan sorular var: Yasalar olmalı mı, olursa hangi boyutta olmalı, nelere değinmeli? Bunlara ikinci bölümde yer verilecek.

b. Tommaso Campanella’nın Güneş Ülkesi’nde Yasalar

Güneş Ülkesi’nde de herkes arasında her alanda eşitlik söz konusu. “Onlar için her şey ortak; bu ortak paylaşımda devletin Yüksek Görevlileri söz sahibi. Ama gerek bilimler, gerekse dünyevi nimetler öyle iyi paylaştırılmış ki, hiç kimse hiçbir şeyi kendisine mal etmeye çalışmıyor” (s. 49). “Bu ülke halkının evleri ortak, yatakhaneleri, divanları ve başka her türlü gerekli eşyası. Her altı yılda bir, yıl sonunda, yöneticiler tarafından” halkın yatacakları yerler, seçecekleri meslekler belirlenir.

Bu ütopyada da toplumsal yaşamın ve insan ilişkilerinin hiçbir alanı boş bırakılmamış. Sol adı verilen Rahip en büyük yönetici. Pon (Güç), Sin (Bilgelik), Mor (Sevgi) adı verilen üç yardımcısı var. Savaş ve barışla ilgili bütün sorumluluk Pon’da. Sin, özgür sanatları, mekanik sanatları ve bütün bilim dallarını, bunların öğreticilerini, âlimlerini, öğrencilerini ve bütün görevlilerini denetler. Mor da “kusursuz bir soy” için kadın erkeğin çiftleşmesini kontrol eder. Toplumun bütün toplumsal görevleri Sol ve üç yardımcısına dağıtılmış ama Sol’un kararları belirleyici. Seçimle gelen ve gerektiğinde görevini “daha akıllı birine seve seve teslim eden” görevliler arasından en kıdemli olan “Zanaatkârlar aynı zamanda yargıçtır ve sürgünle, kırbaçla, kınamayla ceza verir, halk sofrasına oturmaz, tapınağa almaz, kadınlarla muhabbete sokmaz. Ciddi bir ziyan söz konusu olduğunda ise ölüm cezasına çarptırır ve intikam yasasına göre göze göz, ... dişe diş uygulanır, tabii suç isteyerek ve önceden tasarlanarak işlenmişse” (s. 127-129).

Evlenme yaşı kadınlar için on dokuz, erkekler için yirmi olarak belirlenmiştir. Çocuk gelinlerin yasalarca önünün kesilmesi Campanella’nın devrine göre epey önemli bir fikir. Bu yaştan önce erkeklerin birlikte olabileceği kadınlar da yine yasa kapsamında. Yöneticiler bu erkeklere kadınları bizzat bulur, bundan sonra soyun üremesi konusunda Tıp Bilgini’nden izin alır. Bu uzun prosedürler, sadece heteroseksüel ilişkiler için geçerli. “Eşcinsel bir ilişki yaşarken yakalanırlarsa cezaya çarptırılırlar ve doğal düzeni altüst ettiklerinin işareti olarak iki gün boyunca ayakkabılarını boyunlarına asarak gezmek zorunda kalırlar, başka deyişle ayaklarını başlarına geçirirler. Bu suça ikinci kez teşebbüs etmeye kalkarlarsa işin sonu ölüm cezasına kadar gidebilir” (s. 71, 73).

Bunun dışında kadın bedeni de yasalarca tahakküm altına alınır: kadınların kendi kendini kısırlaştırması engellenir, gebe kadınlara on beş gün istirahat verilir, çocuğu olmayan kadınlar farklı erkeklerle çiftleştirildikten sonra kısır olarak tanımlanır ve ancak o zaman istediği erkeklerle ilişkiye girebilir.

Campanella, hukuk felsefesi içine dahil edebileceğimiz, yasaların gerekliliğine dair şunu söyler: “Güneş Ülkeliler, erdemlerin gelişip yerleşmesinde büyük rol oynayan saf bir ruhun salt çalışmakla elde edilemeyeceğini belirtirler. Onlara göre, ahlakı bozuk insanlar sadece yasa ya da Tanrı korkusuyla iyi davranışlar sergilerler, ama bu korku geçer geçmez ya gizliden gizliye ya da açıkça Devlete büyük zarar vermeye başlarlar” (s. 77).  İdam cezası konusunda da ilginç bir ayrıntı söz konusu: “... birtakım akıl yürütmelerle ölüme mahkûm olmuş kişi iknaya çalışılır ve bunu kendisi isteyene kadar kendisiyle konuşulur; ancak bu şekilde ölecekse ölür” (s. 131). İlerleyen sayfalarda bir suçtaki tanık sayısından, aynı suçun kaç kere işlendiğinde nasıl cezalar alacağından ve başka yasalardan da bahsedilir.

c. Francis Bacon’ın Yeni Atlantis’inde Yasalar

Yeni Atlantis, hukuk açısından en şanssız ütopyalardan biri çünkü Francis Bacon aklındakileri tamamlayamadan öldüğü için sadece yayıncısına teslim ettiği taslaktakileri okuyabiliyoruz. Ütopya ve Güneş Ülkesi gibi bir gidişata sahip olan bu ütopya tamamlanabilseydi muhtemelen buradaki yasalar hakkında ayrıntılı bilgimiz olacaktı. Eserin yazıldığı kadarına bakılırsa tamamlandığında öncekilere benzeyen bir ütopya olacağı öngörülebilir.

Buradan elde edebileceğimiz hukuki bilgi, tahmin edilebileceği üzere kadın erkek ilişkileri ve evlilik hakkında. “... onlarda ne genelev vardır, ne fahişe, ne metres, ne de bu tür bir şey. ... [Avrupalılar] sizlerin evliliği resmiyetin dışına çıkarıp bozduğunuzu söylerler, oysa evlilik kurumu gayrimeşru şehvetin ilacıdır; doğal şehvet ise insanı evliliğe dürtükleyen bir işarettir” (s. 99). “Erkekler arasındaki eşcinselliğe gelince, böyle bir şey caiz görülmediğinden, bu halkın eşcinsellikle ilgisi ilişiği bile yoktur...” (s. 103). Bacon’ın bu sözleri Yeni Atlantis’in yasalarının kapsamını da gösterir.

2. Ütopya Hukukunu Nasıl Değerlendirmeliyiz?

Ütopya hukuku her alanı, herkesi kapsayan ve neredeyse hiçbir hareket alanı bırakmayan bir hukuk. Peki, topluluğun düzeni adına, bireylere hangi ölçüde müdahale eden yasalar belirlenmeli? Hukuk felsefesinin temel sorularından biri bu. Ütopyaların yasa koyucularına yasalarının gerçekten gerekli olup olmadığını sorsaydık bize tek tek gerekçelerini sayarlardı. Unutmamak lazım, her zaman bir gerekçe bulunabilir ama her yasa uygulanmalı mıdır, her yasa bireyler tarafından uygulanmayı “hak eder” mi? Bu sorulara cevap aramak gerekiyor.

Ütopyalarda halkın mevcut yasalardan memnun olup olmadığını anlayamıyoruz çünkü oraya giden veya oradan bir görevliyle görüşen bir yabancının anlattığı kadarıyla o ülkeleri tanıyoruz. Yasa koyuculara bunu da sorsak “halkı diğer ülkedeki insanlardan korumak” diye bir yanıt almamız olası. Altın gibi değerli eşyalara kıymet vermemesiyle övülen ama bir yandan nefes almadan çalışan, evlilik dışı ilişkilerde, seçeceği eşlerde sıkboğaz edilen halk, çoğu zaman ikinci sınıf muamele gören kadınlar ve diken üstünde yaşayan eşcinseller ülkeleri hakkında ne düşünüyorlar acaba? Yasaların bu kadar koruyucu olması gerekir mi? Halk yöneticilerini kendi seçse de yasalar konusunda pek söz hakları yok gibi.

Hukuk felsefesinin soracağı bir soru da şu: Cezalandırma gerçekten çözüm mü? Cezalandırmanın, faili temel alan hapsedici veya rehabilite edici, kurbanı temel alan tazmin edici gibi farklı türleri var ama bunlar soruya tam olarak yanıt vermiyor. Bu cezalandırma yöntemlerinin suçluları suçtan ne kadar uzaklaştırdığı tartışmalı. Ayrıca, cezalandırmanın kapsamı ne olmalı? Devlet yasalarıyla suçun oluşmasını azaltacak, hatta önleyecek şartları yaratmak yerine, iki kişi arasında rızaya dayanan ilişkileri kontrol etmeye mi öncelik tanımalı? Ayrıca, bir yönelim olan, tercihe bağlı olmayan eşcinselliği cezalandırmaya, bastırmaya veya tedavi etmeye çalışmak yasaların ve yasa koyucuların yetersizliğini göstermez mi?

Ütopya hukuku konusunda iki görüş ayrılığına temel olarak değinilebilir. Totaliter görüş, her konuyu yasa kapsamına almaya çalışırken liberal görüş, yasaların toplum hayatına en az seviyede müdahale etmesi gerektiğini savunur. Totaliter görüş kolektifliği, liberal görüş bireyselliği yüceltir. Ütopyalar ideal bir gelecek tasavvuru açısından bize yeni kapılar açabilir ama dikkatli olmak gerekir. Liberal görüşün aslında tam olarak karşı çıktığı alan totaliter Rönesans ütopyalarıdır. Eğer totaliter olmayan bir ütopya tasavvur edilebilirse günümüz için çıkarım yapmak gayet mümkün. 

Ancak, tamamen liberal, her alanda özgürlükçü bir ütopya da arzu edilebilir olmayabilir. Bu yazıda bahsedilen ütopyaların hepsinin bir iddiası var: adalet. Bunu her açıdan sağlamak için devletin kontrolü yasalarla garanti altına alınmış. Yasaların hemen hemen hiç olmadığı bir sistemde rekabetin üst düzeye çıkması kaçınılmaz olabilir, dolayısıyla bireyler arası büyük bir rekabet doğabilir. Büyük bir topluluğun birlikte yaşayabilmesi ve uluslararası ilişkilerin sürdürülebilmesi için anlaşmazlıklarda karar verme mekanizması sağlayan temel de olsa birtakım düzenleyici yasaların (ve Foucault’nun görüşünden yola çıkarak bireylerin haklarını gözetirken toplumu bir arada tutan pragmatist bir sistem/devlet [Olssen]) olması gerekiyor.

Yazıdaki üç ütopyaya olumsuz payeler biçmeden önce yazıldıkları coğrafyalar, tarihler ve o dönemin şartları da düşünülmeli. Rönesans’ın eşiğindeki İngiltere ve İtalya için aslında komünizme yakın bir devlet fikri sunmak muhtemelen epey radikal bir hareketti. Ütopya kavramını günümüze uyarladığımızda bu dönem için ve yaşadığımız coğrafya için oldukça yaratıcı kurgular çıkacaktır.

Ütopya hukuku üzerinde düşünmek ve bu hukuku halktan yana kanunlarda reel olarak uygulayabilmek için yeni çağın şartlarına göre düşünülmüş, sadece çoğunluğu değil bütün vatandaşları kucaklayan, yeniliklere ve sorgulamalara açık, içselleştirilmiş ve derinleştirilmiş bir demokrasi (Olssen) çözüm olabilir. Böyle bir demokrasi için de bilim ve sanata önem verilen, tarafsız, eleştirel, kaliteli bir eğitimin herkese eşit olarak sağlanmasıyla mümkün olabilir. Belki ondan sonra ütopya hukuku kadar “mükemmel” olmasa da arzu edilebilir bir hukuk sisteminde yaşayabiliriz.

* Hukuk ve edebiyat kitabı için yazılmıştır.

Kaynakça

-      Ütopya, Thomas More, çev. Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi, 2009.
-      Güneş Ülkesi, Thoma Campanella, çev. Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınlevi, 2007.
-      Yeni Atlantis, Francis Bacon, çev. Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi, 2007.
-      “Philosophy of Law”, Internet Encyclopedia of Philosophy(A Peer-Reviewed Academic Resource), Kenneth Einar Himma, http://www.iep.utm.edu/law-phil/.
-      “The Nature of Law”, Stanford Encyclopedia of Philosophy, Andrei Marmor ve Alexander Sarch, 2015, http://plato.stanford.edu/entries/lawphil-nature/.
-      “Totalitarianism and the ‘Repressed’ Utopia of the Present: moving beyond Hayek, Popper and Foucault”, Mark Olssen, Policy Futures in Education, 1. Cilt, Sayı 3, 2003.

-      “The Utopian Imagination in Realist Politics”, Academia, Greg Johnson.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.