Temple Grandin: TV Filmiyle Tanıştığım Harika Kadın



Kardeşimin izleyip beğendiği Temple Grandin filmi epeydir aklımdaydı. Bir de, You Don't Know Jack gibi biyografik TV filmlerinde başarılı olan HBO'nun çektiğini öğrenince başladım seyretmeye. Keyifli iki saat geçirmek dışında bir beklentim yokken bana yepyeni bir "kapı" açan bir filmle karşılaştım. Claire Danes'in oyunculuktan da öte performansının yanı sıra harika bir bilim kadının adı da aklıma kazındı: Temple Grandin.


Film Hakkında


Öncelikle filmden bahsedeyim. Biyografik filmlerde sürprizbozan vermeli miyim emin olamıyorum ama dursun kenarda. Temple'la yaz tatiline teyzesine gitmesiyle tanışıyoruz. Teyzesi gayet güler yüzlü ve anlayışlı bir kadın. Evde, otizmli yeğeninin rahat edebileceği düzenlemeler yapıyor. Aslında Temple teyzesinin yanında rahat çünkü çiftlik evinde hayvanlarla iç içe olma fırsatı elde ediyor. Sonra Temple'ın annesiyle tanışıyoruz. Daha gergin bir kişiliği var çünkü yıllardır zor bir çocuk olan Temple'ı layıkıyla yetiştirmek için elinden gelenin en iyisini yapmış. Herkes Temple'dan umudunu kestiğinde annesi ona desteğini hiçbir zaman esirgememiş. Bir doktor, Temple'ın otizminin temelinde annesinin önemli bir dönemde kızına sarılmadığının yattığını söylemiş. O yüzden anne, sürekli bir yerde yanlış mı yapıyorum, kızıma yeterli olamıyor muyum tedirginliği içinde.

Gelelim esas karakterimiz Temple'a. Doktorun konuşamayacak demesine rağmen 4 yaşında konuşmaya başlıyor. Ama başka insanlarla ilişkileri hep sıkıntılı onun için. Çift yönlü bu sıkıntı. Otizmden dolayı zaten başka insanlarla ilişki kurmakta zorlanıyor. Başkaları da onun "tuhaf" davranışlarından dolayı geri zekalı olduğunu düşünüyor ve işi aşağılamaya kadar vardırıyor. Temple bazen yılacak gibi oluyor ama annesi ve teyzesi onu yalnız bırakmıyor. Temple bir okuldan daha başarısızlığı nedeniyle atıldıktan sonra annesinin son umut olarak bulduğu bir yatılı okul Temple'ın hayatını değiştiriyor. Bu okul doğayla ve hayvanlarla iç içe. Temple burada fen bilgisi öğretmeni Dr. Carlock'un dikkatini çekiyor. Dr. Carlock okuldaki diğer hocaların aksine Temple'da özel bir şeyler olduğunu fark ediyor: fotoğraflarla düşünme (daha sonra kitabı için de bu ismi seçecek). Bunu gerçekleştirmek için Temple'a sınıf arkadaşlarından farklı bir ödev veriyor: Ames Odası'ndaki göz yanılmasının nasıl olduğun maketle anlatmak.



https://www.youtube.com/watch?v=chxCNEsu3YU

Dr. Carlock Temple'ın yeni durumlar, yeni ortamlar karşısında strese girmemesini sağlayacak bir öneri de sunuyor: Onları kapı olarak düşün. Temple stres yaşadığında ineklerin sakinleştirildiği bir mekanizmadan geliştirip aynı şeyi kendine uyguluyor. Bu alet insanlara garip geliyor ve okulda onu aletinden ayırmaya çalışıyorlar. Sonunda anlayışlı ve kör oda arkadaşı onu aletle birlikte kabul ediyor. Annesi ve teyzesinin, ardından Dr. Carlock ve oda arkadaşının destekleri, elbette kendi azmi ve zekası sayesinde Temple başarı basamaklarını birer birer çıkmaya başlıyor. Bu süreçte her şeyi görselleştirip somutlaştırmak durumunda. Örneğin, ironiyi zihninde doğrudan canlandırdığı için anlayamıyor. Bir de insanların ve hayvanların ölünce nereye gittiklerini: "Sahi, nereye gidiyorlar?"


Hem otizm hem toplumsal cinsiyet ile mücadele


Film boyunca birçok insanın ağzının orta yerine vurmak istedim. Sürekli dalga geçmeler, sürekli aşağılamalar. Özellikle Don denen kazma, insanın sabrını en çok zorlayan karakter. Hepsi çok matahmış gibi! Gerçi Temple da bir dayanıyor, iki dayanıyor, üçüncüsünde birisinin ağzına çok temiz bir darbe indiriyor. Sonra da sebepsiz şiddet uyguluyor diye şikayet ediliyor ama biz seyirciler biliyoruz ki yerden göğe kadar haklı.

Temple üniversiteden de mezun olup mastıra başladığında çocukluğundan beri çok sevdiği besi hayvanları için daha elverişli tesisler tasarlamak istiyor. Otizminin de avantajıyla onların psikolojisini çözüyor ve davranışlarını anlamlandırabiliyor. Ben burada sadece otistik gözünün değil kadın gözünün de devreye girdiğini düşünüyorum. Hayvanların mezbahalarda kesilmesinin önüne geçmiyor ama onların strese sokulup korku içinde öldürülmesini önleyecek ataerkil bakışa karşı alternatifler getiriyor. (Etin Cinsel Politikası'nı hatırladım bu sahnelerde.) Filmin sonunda "onlara bu saygıyı borçluyuz" cümlesi ona hayvan aktivistliği saflarında da bir yer sağlıyor.

Elbette, kabul görene kadar çektiği çileleri biriktirse dağ olur. Seçtiği mastır dalında eğitim gören tek kadın olması yeterince zor değilmiş gibi Amerika'nın 60'lı ve 80'li yıllar arasında, özellikle kırsal kesimde doruklarında yaşadığına tanık oluyoruz. Temple'ı birçok kez engellemeye çalışıyorlar ama düz bir düşünce yapısına sahip olan Temple, kurnazlığı öğreniyor ve başarıya giden yan yolları keşfediyor. Örneğin, Don onun içeri girmesini engelleyerek araştırma yapmasının önünü kestiğinde Temple içeri alınanların özelliklerini inceliyor. Herkes erkek tabii. Önce arabasını değiştirip daha "erkeksi" olan bir kamyonet alıyor, kendini ve aracını çamura buluyor ve erkek kılığına girip kapıdaki görevliyi kandırmayı başarıyor. Don ve diğer kazmalar hakareti daha ileri götürüp arabasına kanlı boğa taşağı atınca Temple aşırı sinirleniyor ve "ben bunları yemek diye yedim" diyor.


Hem Bilim İnsanı Hem Girişimci


Temple, bütün tedirginliğine rağmen oldukça girişken aslında. Makalelerinin yayınlanması için gereken kişiyle birebir konuşuyor ve meslektaşları daha yapamamışken onları önemli bir dergide yayınlatmayı başarıyor. Böylece isim sahibi de oluyor. (Bir de yine kurnazlık kategorisinde: Don girişini tekrar engellediğinde dergiden basın kartı da istiyor. Böylece onu içeri almazlık edemiyorlar.) 

Beni en çok etkileyen sahnelerden biri, projesine sahip çıktığı ve onu pazarladığı sahne oldu. Dr. Carlock'un önerisiyle sadece mezbaha öncesi süreci değil mezbahaları da baştan tasarlamaya karar veriyor. Marketin otomatik kapısını giyotinle özdeşleştirdiği için geçemediği sırada tanıştığı bir kadının kocası tam da mezbaha sahibi çıkıyor. (Temple şanslı da bir yandan.) Kadın onu tanıyor ve kocasıyla tanıştırıyor. Bir sürü adamın arasında Temple tek başına. Kadının kocası sadece bir erkek değil işveren olarak dikiliyor Temple'ın karşısına. Ekibiyle birlikte malum yorumu yapıyorlar: "Bu malzemeleri kullanırsak bunun maliyeti kaç olur biliyor musun?" Temple alıyor eline sazı. Hayvanları gütmek için tuttuğunuz adamlara ne kadar ödüyorsunuz, ölen hayvanlardan zararınız ne oluyor gibi sorularla adamları uzun vadede karlı çıkacaklarına ikna ediyor. Bu sefer de "işe yarayacağını nereden biliyorsun?" diye soruyorlar. "Biliyorum," diyor, "çünkü bende Einstein ve Nikola Tesla'da olan şey var. Zihnimle görüyorum."

Temple'ın girişimciliği iş hayatıyla da sınırlı değil, otizm alanında da söz sahibi. Filmin son sahnesinde otizmlilere ve ailelerine yol göstereceğinin sinyallerini veren sahneyi görüyoruz. Kürsüde bir profesör konuşuyor. Ama zaten aileler uzman görüşü almaktan bıkmış. Temple lafa karışıyor. Herkesin yüzü ona dönüyor. Birisi "çocuğunuz mu otizmli?" diye soruyor. Göğsünü gere gere "hayır, ben!" diyor. Böylece, herkes onun kürsüye çıkıp konuşmasını istiyor. Temple, sosyalleşeceğinin belirtisini ilk defa annesine belli belirsiz dokunarak gösteriyor. Daha sonra koridorda yürürken karşısında kocaman bir kapı olduğunu zihninde canlandırıyor, onu bambaşka bir hayata götürecek bir kapı...


Filmin Dışında Temple Grandin




Bundan sonrası filmde anlatılmıyor. O yüzden günümüze kadar olan kısmı kısaca tamamlamaya çalışacağım. Öncelikle evet, filmdeki güzel kovboy gömleklerini gerçekte de giyiyor. (Özellikle "insan içine çıkma" gömleğinin hastası oldum.) Çünkü otizmden kaynaklanan duyusal bütünleme bozukluğunun önüne geçmesi için rahat giysiler giymesi gerekliymiş. Ayrıca, filmde de gösterildiği gibi hala ata binmeye devam ediyormuş. Filmlere, özellikle de bilim kurguya özel ilgisi varmış.

Halen Colorado State University'de profesör. Birçok üniversiteden fahri doktora almış. 1995 yılında Oliver Sacks, Mars'ta bir Antropolog kitabında ondan bahsetmiş. 2010 yılında Time'ın yılın kişileri listesinde "kahramanlar" kategorisinde yer almış. Zaten yayımlandığı veya onu konu alan makale ve programların haddi hesabı yok. Düzenli olarak antidepresan alıyormuş ama filmde gösterilen aletini artık kullanmıyormuş, hatta onu tamir etmek yerine insanları kucaklamayı tercih ettiğini bile açıklamış. 

Biyografik filmlerin kahramanları hayattaysa bazen filmi beğenmeyebiliyor, kendilerini yeterince yansıtmadığını düşünebiliyor. Ama HBO işini o kadar iyi yapıyor ki Jack Kevorkian ve Al Pacino gibi dünyalar tatlısı Temple Grandin ve Claire Danes'in de yan yana fotoğrafları var. Hatta Temple Grandin filmi beğendiğini 2010 tarihli TED konuşmasında bile  dile getiriyor. Konuşmasının sloganı "Dünyanın her türde zihne ihtiyacı var." Hala hayatta ve hala hayattayken keşke onunla tanışabilsem.

Temple'ın kendiyle ve çevresiyle mücadele etmesinde temel bir sebep yatıyor: iz bırakmak. Öylece kaybolup gitmek istemiyor. Bunu öyle de güzel başarmış ki... Böyle başarılı insanların biyografik filmlerini izlerken kendime sormadan edemiyorum: "Acaba yıllar sonra ben ne olacağım?"

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.