Birdman veya Cahilliğin Umulmayan Erdemi

Birdman veya Cahilliğin Umulmayan Erdemi filmini vizyona girdiğinin ertesi günü seyrettim. Oscar tantanası bir yana, eski romanları anımsatan adı ve efekte, vurdu kırdıya dayanan Hollywood sinemasına eleştirel duruşuyla bile izlenmeyi hak eden bir film.

Sürprizbozan diyerek başlayayım ama film görünürde oldukça tahmin edilebilir, sıradan gibi görünüyor. Aynı ismi gibi. İlginçlik ve eğlence ayrıntılarda saklı.

Kamera çekimi


Filmin en dikkat çeken özelliklerinden biri kameranın kullanımı. Kamera seyircinin kendini ayrı bir karakter gibi hissetmesini sağlıyor. Bir bakıyorsunuz Riggan'ın peşindesiniz, bir bakıyorsunuz karakterlerin provasının ortasındasınız, bir bakıyorsunuz Sam ve Mike'ın öpüşmesini seyrediyorsunuz.

Bunun filmde karakterin seyircinin talebine inat Birdman 4'ü çekmemekte ve Broadway'de bir tiyatro oyunu sahnelemekteki ısrarıyla ilişkisi olmalı. Bertolt Brecht'in tiyatrodaki yabancılaştırma efektinin sinemada uygulanışına bir örnek buluyoruz. Inarritu bizi film boyunca silkeyerek kendimize getirmeye çalışıyor.

Film eleştirisi


Edebiyatta nasıl çok satarlar rafları doldurmuşsa ve birkaç sayfayı okumaya üşenen insanlar 500 sayfalık beton romanlara dört elle sarılmışsa sinemada da kaliteli yapımlara ilgi azalırken 3 saat bile olsa sadece efekti ve aksiyonu öne çıkaran filmler gişe rekorları kırıyor. Riggan ise böyle bir filmi zamanında çekmesine ve devamını getirebilecek olmasına rağmen tiyatroda ısrar ediyor. Hatta kendiyle o kadar çatışıyor ki Birdman onun zihninde kendi istediklerini yaptırmaya çalışan başka bir karakter haline gelmiş durumda. Bütün zorluklara ve onu yiyip bitiren strese rağmen ısrarından vazgeçmiyor.

Inarritu filmin sonlarına doğru sinema sektörüne meydan okumaktan da geri durmuyor. Birdman Riggan'ın zihnini iyice ele geçirmişken ortam bir anda bol efektli bir çizgiroman uyarlamasına dönüşüyor ve bir dakikayı bulmayan bir süre içerisinde böyle bir film de izliyor. Asıl zorluğun doğal, oyuncuların yeteneğine bağlı, konusu dolu bir film çekmekte olduğunu fark ediyoruz.

Oyunculardan bahsetmişken... Herkes rolünün hakkını veriyor. Michael Keaton, Naomi Watts, Edward Norton, Andrea Riseborough, Emma Stone... (Bir tek Zach Galifiankis'e gözüm alışamadı ama o da kendini tamamen yenilediği için bir geçiş sürecini yansıtıyor diye muhtemelen.) Riggan'ın vücunundaki sarkmalar, yaşlılığın önlenemez ilerleyişi seyirciden saklanmıyor. Yanılmış da olabilirim ama aşırı makyaj da göremedim, özellikle Emma Stone'da. Oyuncuların oyunculuklarının önüne ve oyuncuların birbirinin önüne geçmesine neden olabilecek unsurlar olabildiğince törpülenmiş gibiydi.

Sosyal medya eleştirisi


Sosyal medya epey eleştiriliyor filmde. Herkesin sosyal medya yoluyla ünlü olmaya çalıştığı, ünlü olanların pek bir meziyetlerinin olmadığı ama günümüzde buradan kaçışın olmadığına değiniliyor. Riggan'ın genç kızı Sam babasının yeni nesil kanalları kullanmamasından şikayetçi. Riggan bir ön gösterim öncesi sigara içmek için kapının dışına çıkıp içeri giremeyince binanın ön kapısına gidebilmek için Times Square'de beyaz donuyla dolaşmak zorunda kalıyor. Herkesin dikkatini çekiyor ve sosyal medya kanallarına düşmekte gecikmiyor. Tam tiyatro sahnelerken böyle zıpçıktı bir hareket onun lehine olmuyor ama bir yandan tekrar hatırlanmasını da sağlıyor. Twitter'da TT oluyor, daha sonra kızı ona Twitter hesabı açıyor ve hastaneden fotoğrafını koyuyor.

Inarritu'yla tam anlaşamadığım nokta burası oldu. Dikkat çekmek isteyen çok fazla insanın olduğu ve dikkat çeken insanlardan çocuğunun balon olduğu doğru ama sosyal medyanın, her şeyin para olduğu bir dönemde bize bedava reklam şansı tanıdığını, paralı reklamın bize sağlayabileceğinden çok daha sağlıklı bir kitle sağlayabileceğini de gözden kaçırmamak gerek.

Eleştirinin eleştirisi


Filme eleştirinin eleştirisi de sıkıştırılmış ve oldukça yerinde olmuş. Eleştirinin her sanat dalında elbette yeri benzersizdir ve adaletli yapıldığında o dallara zenginlik katar. Ama yine her alanda olduğu gibi yersiz egoların çarpışma meydanına da dönebilir. Mike'ın arasını iyi tutmaya çalıştığı NewYork Times eleştirmeni Tabitha bir barda oturarak sürekli eleştiri karalıyor. Riggan'ın tahammülü bir yerde taşıyor. Biraz da alkolün etkisiyle kadının yanına gidip ona verip veriştiriyor. Başta oyuncu egosu gibi görünen bu haykırışlar aslında doğru bir noktaya parmak basıyor.

Adına ve otoritesine güvenen Tabitha daha oyunu izlemeden kötü bir eleştiri yazacağını ve oyunun sonunu getireceğini söylüyor. Hayatını ve tüm maddi birikimini bu oyuna adayan Riggan'ın tepesi atıyor. Kadına hiçbir şey yapmadığını, oturduğu yerden kafasına göre mesnetsiz yorumlar yaptığını söylüyor. Eleştirmenin notlarına bakmaya çalışıyor, kadını sinirlendiriyor ve bardan kaçırıyor.

Oyunun gösteriminin sonunda Riggan kendini gerçek silahla vurup yere serildiğinde herkes ayakta alkışlarken Tabitha salonu terk ediyor. Ama bu kadar iyi bir performansa kötü bir şeyler yazmak muhtemelen kendi kariyerinde kara leke olacağı için oldukça olumlu bir eleştiri kaleme alıyor. Riggan'ın tiyatroya yepyeni bir tarz, hipergerçekçilik getirdiğini, gerçek kanla sahte kanın sahneye saçılmasının ne kadar etkileyici olduğunu yazıyor.

Bir filmi izlerken o sıradaki ruh halinizin de anlamanızın ve beğenmenizin üzerinde etkisi yadsınamaz elbette. Birdman'ın arasında Twitter'dan bir uyarım gelmesi ironik. Ama #YasarKemal hashtag'inin dikkat çekmemesi imkansızdı. Filmin sonunda iyi işler yapmak isteyen Riggan'ın kollarını açıp kuşlara karışmasını seyrederken usta bir edebiyatçımızın da artık uçup gittiğini bilmenin ağırlığı üzerimdeydi. Sam'in gökyüzüne bakıp "Baba" diye gülümsemesi belki de bu yüzden o kadar acıydı.

Filmin müziklerinden bahsetmeden bu yazı eksik kalır. Filmde müzik yok, bateri soloları var. Özellikle en gergin anlarda bir sokağın kenarında veya kulisin içinde aynı bateristi bateri çalarken görüyoruz. Yüksek sesli sert notalar bizi irkiltiyor. Filmden sonra dış dünyaya adapte olmayı zorlaştıracak sesler bunlar normalde. Ama çıkışta şanslıydım. AVM'nin önünde duvara sırtını yaslayıp saksafon çalan adam ve birkaç adım sonra yerde bağdaş kurup klarnek taksimi çalan adam sayesinde bu kaliteli eserin yükseklere taşıdığı sinema keyfinden dünyaya yumuşak bir iniş yaptım.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.