Perfect Sense: Mükemmel Duyumuz Hangisi?


Perfect Sense, bizde gösterime girdiği pek münasip!? adıyla Yeryüzündeki Son Aşk, 2011 yapımı, Yeşilçam usulü post apokaliptik bir film olarak tanımlanabilir.

İzleyin diye tutturabileceğim bir film değil. Daha yeni tanışmış bir çiftin felaket düzeyindeki epidemik duyu kaybının aracılığıyla "Aman yalnız kalmayayım" paniğiyle birbirlerine sarılıp sarmaları açıkçası vıcık vıcık.

Eva Green'in fettan bakışlarıyla duygusal bir aşık profili çizmesi, Ewan McGregor'un dünya batarken uçkurunun peşinden gitmesine nazaran daha inandırıcı. Film bir açıdan They Live! gibi, fikir güzel ama uygulama zayıf.

Ya Duyularımızı Kaybetmeye Başlarsak


Her şeye rağmen, bu filmin not düşülmesine önayak olan bir konusu var. Filmi izlerken sürekli acaba diye sorup durdum. Hangi duyuların kaybolacağını baştan bilmediğim için tahmin yürüttüm. Ya koku yetim bir anda gitseydi, ya diğerini kaybetseydim. Hangi duyu daha kıymetli, hangisi harcanabilir... İnsanın beş parmağından birini seçmesi gibi. Koklamak veya tatmak olmadan hayatta kalmak mümkün; görme ve duyma olmasına da adapte olunabilir, dokunmak giderse acıyı hissetmeyebilirim ve ölebilirim... Sırayla her şey tek tek gittiğinde o durumda ne yapardım diye de düşündürmesi cabası.

Film diğer post apokaliptik filmlerde işlenmemiş bir felaket senaryosu çiziyor. Dünyada salgın hastalık şeklinde beş duyu teker teker kayboluyor. Biraz sürprizbozan vereyim. Her duyu kaybından önce çılgın bir belirti yaşanıyor. Önce insanlar tam bir üzüntü krizine giriyorlar. Ufacık şeyde bile hüngür hüngür dakikalarca ağlıyorlar. Sakinleştiklerinde artık koku alamadıklarını fark ediyorlar. Koku hafızası en kuvvetli hafıza, bunu kaybettiğinizi düşünün, sizi siz yapan birçok şey artık yok. İkinci aşamada insanlara hunharca bir yeme isteği geliyor. Pişmiş ve çiğ yiyecekler bir yana, daha önce sadece pika belirtisi olabilecek şekilde toprak, makyaj malzemesi vb yiyorlar. O kriz geçtikten sonra bir bakıyorlar ki tat duyusu gitmiş. Üçüncü aşamada insanlar öfke nöbetleri geçiriyorlar. Kavgalar alıp başını gidiyor. Bunun ardından insanlar sesleri duymaz oluyorlar. Dördüncü aşamada üçüncü aşamanın tam tersi bir şekilde sevgi, şefkat, hoşgörü ve merhamet nöbeti yaşanıyor. Sonra da görme duyusuna elveda. Geriye, filme göre en mükemmel duyu olan dokunma kalıyor. Dokunma da giderse insanlık nasıl devam eder düşünüyorum. Ama film bu duyu gitmeyecekmiş gibi bitiyor. Çiftimiz koala gibi sarılmış halde kalıyor. (Filmin artılarından biri, Batılı bir çift üzerinden anlatılmasına rağmen, dünyanın geri kalanında da duyu kaybının nasıl yaşandığına dair görüntüler sunması.)

Bir duyunun gitmesiyle başta şok geçiren insanlar bir şekilde adapte olup hayatı sürdürmenin yolunu buluyorlar. Mesela filmin erkeği Michael bir şef. Kokuyu kaybedince restoran bir süre kapalı kalıyor. Sonra tadı çok yoğun yemekler yapmaya başlıyor. Tadı kaybedince ne yediğinin önemi kalmıyor. Restoran yine kapanıyor. Sonra sadece göze ve kulağa hitap eden yemeklerle hizmet vermeye başlıyorlar. Göz ve kulaklar da gittikten sonra işleri toparlaması zor oluyor.

İnsan nankördür. Bir başka insanı, bir uzvunu kaybetmeden, ölümün kıyısına gelmeden kıymet bilmez. Bu film bütün vıcık vıcıklığına rağmen izleyiciyi düşündürmesi, silkinip kendine getirmesi açısından kayda değer bir iş çıkarıyor.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.