Children of Men (Son Umut)

Post apokaliptik türünde izlediğim en iyi filmler arasına gönül rahatlığıyla koyabileceğim bir film Children of Men. İsminin çevirisi bu sefer hayal kırıklığı yaratmıyor, nokta atışı yapıyor: Son Umut.

2006 yapımı bu filmin yönetmeni Gravity (Yerçekimi) filminden de tanıdığımız Alfonso Cuaron. Başrollerde Clive Owen, Julianne Moore ve Michael Caine var. (Hepsi olduğu için görselde bu afişi seçtim.) Michael Caine yine kendini nüfusa aldırma isteği uyandıracak kadar sevimli. Film bir İngiliz yapımı. Aksanlardan ve direksiyonun yönünden anlamak zor değil zaten.

Sürprizbozanlara hazırlıklı olmakta fayda var.

Yıl 2027. Kadınlar kısırlaşmış, 17 senedir dünyada çocuk doğmaz olmuş. Hiç de imkânsız bir senaryo değil. Birçok ülkede erkeklerin sperm sayılarında düşüş var. Kadınlarda görülen polikistik over sendromu gibi sık rastlanan hastalıklar doğurganlığı epey azalttı. Doğurabilecek durumda olan birçok kişi de çocuk doğurmamayı seçiyor. Neyse öyle bir çağ ki en yaşlı değik en genç insan haber oluyor. En genç çocuk öldürülünce unvan başka bir kıza geçiyor.

Kaotik bir ortam var. "Ne zaman politikacılardan birinin başı belaya girse bomba patlıyor" deniyor. O hafta içinde ikinci kez hem de. İnsanlarda yaşama neşesi kalmamış. Her an tedirginlik içindeler. Sağlık bakanlığı herkese ya antidepresan ya da intihar hapı dağıtıyor. Eski aktivist Theo'nun (Clive Owen) tek eğlencesi, kendine ve hareketsiz yerinde oturan eşine bir ormanın içinde kurtarılmış bir bölge yaratan Jasper.

Günün birinde aktivistlik günlerinden eski sevgilisi Julian (Julianne Moore) karşısına çıkıyor. Bir amacı var elbette. Yıllar önce onların da bir çocukları olmuş ama ölmüş. Acısı içlerinde hâlâ canlı. Ama o acıyı hafifletecek bir olasılık var, son bir umut: Onca yıl sonra bir kadın hamile! Ama sorun şu ki müstakbel anne Kee bir mülteci. (Kee isminin okunuşunun "key" yani "anahtar" sözcüğüyle benzerliği bir tesadüf mü?) Yetkililer bebekten haberdar olursa onu ellerinden alırlar ve bu isyankârları da yaşatmazlar. (Zaten kendi içlerinde de çatırtılar baş gösteriyor.) Varlığı kulaktan kulağa aktarılan Tomorrow gemisinin denizde sığınak olarak dolaştığına dair söylentiler var. Bu ihtimal üstünde durup anneyle bebeği o gemiye ulaştırmayı amaçlıyorlar.

Yolda kayıplar veriyorlar. Çok zorlu anlar yaşıyorlar. Yolda dostlar ve düşmanlar ediliyor. Burada tek tek anlatılmaz, izlemek gerek. Ama birkaç sahne gerçekten çok etkileyici. Theo'nun Kee ve bebeği için çırpınışları yürek dağlayıcı. Kee'yi izbe bir odada doğurtma sahnesi alabildiğine gerçekçiydi. Kadınla birlikte ben de doğurdum sanki. Dünya tatlısı Jasper'ın kendini, karısını ve köpeğini bebek için feda etmesi içinizde yumru oluşturuyor. Mülteci kampında silahlı kuvvetlerle mülteciler arasında (aslında daha çok tek yönlü) yaşanan çatışma sırasında Theo ve Key kucaklarında bebekle çıkarken herkesin kalakalması, çatışmanın kesilmesi, zamanın adeta durması ve askerler dahil bütün insanların şaşkınlık ve hayranlık dolu yüzleri, onlar ortamdan güvenle uzaklaştıktan sonra çatışmanın kaldığı yerden devam etmesi görülmeye değer sahnelerden biriydi.

Filmin sonunda da üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. Canını dişine takan Theo, gemiye giden kayıkta zar zor kürek çekerken yaralandığı anlaşılıyor. Çok geçmeden de orada hayatını kaybediyor. Sadece Key ve çocuğu kalıyor. Tomorrow gemisinin gerçek olması ve Kee'yi bırakıp gitmemesi içimize su serpiyor. Sondaki çocuk seslerinden anladığımız kadarıyla başka çocuklar ve başka umutlar da var. Jenerik bitiminde en sonda Shantih Shantih Shantih diye bir yazı çıkacak. Shantih Sanskritçede "barış" demek.

2027 yılı İngiltere'sine öyle haltlar yedirilmiş ki kardeşimle izlerken İngiltere'yi gelecekte yerleşilebilecek ülkeler listesinden çıkardık. Mültecilerin, azınlıkların gördüğü şiddet, devletin yok etme politikası çok fena ama belki bir o kadar da gerçekçi, kim bilir.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.