True Detective: Gerçek Dedektiflik Dersi


True Detective ilk bakışta alışkın olduğumuz bir konuyu tekrar pişirip önümüze sürecek gibi görünür: Biri aile babası, biri arıza olan iki dedektif büyük bir suçu ortaya çıkartmak üzere kolları sıvar.

Ama dizinin farkı açtığınız ilk saniyede kendini belli eder. Hoş bir giriş müziği, siyah beyaz ve sepya arası tonlar, ağır hareketler. İlk bölümlerde geriye gidiş gelişlerle epey beyin bulandırıyor. Son bölümlerde hikaye çözüldükçe sıkılmak yerine olay örgüsüne daha fazla bağlanıyorsunuz. Yabancı diziler bizdeki gibi en az bir buçuk saat ve 6 ay yayınlanmıyor malumunuz. Bu dizi de 8 bölümde tadını damağınızda bırakıyor. İkinci sezona ise tamamen farklı oyuncularla devam edecek.

Dizinin tadından hiçbir şey eksiltmemek için olaylardan bahsetmeyeceğim. Büyük bir suç olduğunu bilin yeterli. Zaten bu dizi sadece kurguya dayanmadığı için keyif alacak birçok unsur bulacaksınız. Bunların en başında iki usta oyuncunun tek tek ve bir arada oldukça iyi performans sergilemesi yer alıyor. Karakterler öyle iyi örülüyor ki daha ilk bölümden kimin nasıl bir yapıya sahip olduğunu hissediyorsunuz. (Dizide hiçbir şey öyle göze göze sokulmuyor.)

Görüntülerde kullanılan renkler, karanlık atmosferi destekleyen nitelikte. Bir detektiflik dizisi olmasına rağmen sadece aksiyona değil diyaloglara ve mimiklere de önem veriyor. Dizinin yer yer ağırlaşan temposu ona ilginç bir şekilde varoluşçu bir hava katıyor. Bir dizi daha nasıl ballandırılabilir bilmiyorum. (Ama İngiliz yapımı Utopia'ya da söyleyecek sözüm kalsın diye kendimi tutuyorum.)

Dizinin müziklerine değinmeden olmaz. Bölüm sonlarında çalan şarkıların yanı sıra sepya renkler ve kopuk görüntüler eşliğinde izlediğimiz açılış müziği de harika. Dizinin açılış müziğiyle sizi başbaşa bırakarak yazıyı sonlandırıyorum:


Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.