Hannibal: İnsan Eti Yenir mi?



Dexter'dan sonra ilaç gibi gelecek gibi duran Hannibal dizisi, aslında Kuzuların Sessizliği'nden tanıdığımız Hannibal Lecter karakteri üzerine kuruluyor. Aynı mantıkla, baş karakterimiz tamamen normal bir yaşam süren bir kişi ama aslında herkesten gizli bir "canavarlık" saklıyor.

Dizinin daha ilk bölümünü izledim. Aradaki olayları bilmesem de baş karakterin kimliği bizim için en baştan belli. Hannibal Lecter, bir yamyam. İlk bölümdeki ölümlerden anlaşıldığına göre oldukça kibar biri ve bu kibarlığını öldürdüğü kadınların cesetlerine gösterdiği ihtimamla da sürdürüyor. Bu da haliyle davanın peşine düşen polis memurlarını şaşırtıyor.

Dizinin yayınlanmış diğer bölümlerini izlemeden yazacağım bu yazıyı. Dizide, tekrar edeyim, esas olarak "insan eti yiyen" bir karakter var. İnsan eti yemek, insan vücudunun belli bölgelerini tatmak için insanları öldürmek zorunda. İnsan etini yemek yasal olsa Hannibal aslında bir suçlu olmayacak. "Nasıl yani olur mu öyle şey?" derken bir daha düşünmek lazım.

Hiçbir söz sahibi olmayan hayvanları ve (sinir sistemleri olmasa da) bitkileri öldürmekte sakınca görmüyoruz. Burada sorun insan merkezcilikten mi kaynaklanıyor? Teoride, insan etinin yenilebilir etler arasına sokulması demek her birimizin yenilme riski altına girmesi demek. Böyle bir şey olsaydı bir üretim merkezinde sıkış tepiş sıramızın gelmesini bekleyebilirdik pekâlâ.

Bu açıdan bakınca, Hannibal'in "suçu" insan öldürmekten öte toplumun onayladığının dışında bir beslenme alışkanlığının olması. İnsan eti yemenin bir ruh hastalığı olduğunu belirleyen normlar hayvanlar yemeyi onaylıyor. Mantıken kendini savunamayan bir canlıyı tercih etmek daha canice. Bir yandan da doğanın kendisi zalimdir ve güçlü canlılar zayıfları yiyor denebilir mi? O zaman da olası devlerin bizi çıtır çıtır yediğini hayal ediyorum.

Elbette kendimin veya bir sevdiğimin yenmesini istemem. Burada empati giriyor devreye. Kurban Bayramlarında önceden alınan koyunlarla duygusal bağ kurulunca kesememek de böyle bir şey. Eskiden okuduğum bir makalede (belki Peter Singer'dandır) etlerin parça halde satılmasının nedeninin onları hayvana benzetme ve empati yapmanın önüne geçmek olduğuna değiniliyordu.

Hayvanlar arasındaki hiyeraşiyi de unutmamak gerek. İnek ve koyunlarla türlü türlü yemekler düşünürken salyangoz, çekirge veya hamam böceğine burun kıvırıyoruz. İnsan eti yenseydi muhtemelen ırkçılık/türcülük orada da başgösterecekti. Şu coğrafyanın kadınları lezzetli, şuranın çocukları pek körpe, oranın adamlarında iş yok falan filan.

Doğa içinde aslında gayet "normal" yaşayan yamyam kabileler olduğunu bir kenara koyalım. Kendi halimize bakalım. Yamyamlık bizi dehşete düşürürken çocukları nasıl seviyoruz: "Ben seni yerim" veya "Ay bir lokmada yutulur bu!" Bu söz öyle lafın gelişi mi yoksa geçmişten günümüze gelen bir şeyi mi ifade ediyor acaba? (Bilmediğimden soruyorum.) Ben bebekken eski bir alt komşu yanağımı ısırıp hayatımın ilk travmalarından birini yaşatmış. Isırarak sevmek... Şahsen ikna olmuş değilim.

Et, tavuk ve balık türevlerine hayır diyemeyen, sakatat ve bilumum uzvu ayırmayan biriyim ama bu halimle bile bir şeyler yanlış geliyor. Ağız yapımızın bitkilere uygun olduğu söylenip duruyor. Fiziksel nedenler kadar etik nedenler de düşünmeye değer. Yediğimiz her şey dayatılıyor, doğrular ve yanlışlar bizim adımıza belirleniyor. Bir bakış açısından Hannibal caniyken, başka bir bakış açısından belki de mağdur, kim bilir...

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.