Ahmet Hâşim'den Frankfurt Seyahatnamesi

Ahmet Hâşim'in Frankfurt Seyahatnamesi, onun Frankfurt'a sağlık amaçlı yolculuğunda aldığı kısa kısa notlardan oluşan küçük bir kitap.

Yazar, 1932 yılının ikinci yarısında kalp ve böbrek şikayetleriyle Erenköy Sanatoryumu'nda tedavi görür, sonra doktorlarının tavsiyesiyle zamanın ünlü doktorlarında tedavi olmak için Frankfurt'a gider. Frankfurt yolcuğuna İstanbul'dan trenle başlar. Bulgaristan üzerinden Avrupa'ya geçer. Kitapta hastalığın ve yalnızlığın verdiği buhranla karamsar bir anlatı seziliyor ama yazar, gerçeklikten uzaklaşmaz. Frankfurt'un bulutlu havası ve onun bilmediği bir dil konuşulması hoşuna gitmez.

Ahmet Hâşim Avrupa'ya karşı biraz mesafeli gibi görünüyor ama ta 1932 yılında onun da gözünden bir şey kaçmamış: sağlık sistemi. Bizde sanki hastalık bir suçmuş gibi hastalara kötü davranıldığından dem vuruyor. Halbuki orada, hastanın olabilecek en iyi şekilde ağırlandığından ve en iyi tedavinin sunulduğundan bahsediyor. Beni en etkileyen kısım galiba burası oldu çünkü seksen iki yıl sonra bile sağlık açısından içler acısı haldeyiz. Hastanelere gitmemek için kontrollerimi aksatıyor, hasta olmamak için dua ediyorum. Yıllardır aksattığım göz muayenem için gittiğim doktor tokalaşmak için elini uzattığında algılamam birkaç saniye sürdü, düşünün artık... 

Frankfurt, 1800'lü yılların sonuna doğru.
Tekrar kitaba döneyim. Ahmet Hâşim "Frankfurt ehemmiyetsiz bir yer zannedilmesin" diye eklemeden önce şöyle der: "Hayatında büyük bir Avrupa şehri gören bir adam, kendini, sonradan göreceği bütün büyük Avrupa şehirlerini evvelden görmüş addedebilir. Bu şehirler o kadar birbirinin eşidir." Yazara katılmakla birlikte, günün birinde hepsini tek tek görmüş halde böyle cümleler kurmayı da isterim tabii.

Ahmet Hâşim de bu sözleri havadan söylememiş elbette. Bizzat birçok Avrupa şehrini görmüş. Hastanenin bahçesinde insanlarla dost olmuş sincaplar gözünden kaçmaz. "Hayvanlarla insanların bu güzel arkadaşlığına, gördüğüm bütün Avrupa şehirlerinde tesadüf ettim. Bu dostluk bazı yerlerde hayvana bir nevi şımarıklık bile vermiştir." Sonra Venedik'teki San Marko Meydanı'nı ve güvercinlerini örnek verir. Avrupa'da sokaklarda sahipsiz kedi köpek yok. Güvercinler gerçekten çok rahat. Güvercinler Venedik'te en güzel eserlere kuruluyor, Brüksel'de insanların ayaklarına birkaç santim mesafede yürüyor. Viyana'da Schönbrunn Sarayı'nın sevimli sakinleri olan sincapları elinizle besleyebiliyorsunuz. Buradan insanların hayvanlara tavrını da çıkarabiliyorsunuz. (Bu arada Viyana'da Yunanistan kurabiyesine müptela olan sincap ve Atina'da kardeşim sayesinde çikolataya müptela olan güvercin umarım yoksunluk dönemlerini sağlıklı biçimde atlatmışlardır.)

Seyahatname okumaya devam ettikçe bu yaz günlerinde çat diye çatlamazsam iyidir.

Multivitaminli kurabiye yarasın sincabıma.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.