Atina, Tren ve Lawrence

Atina-Selanik treninden bir manzara...
Son bir yıldır, çocukluğumdan beri içimde taşıdığım seyahat virüsü etkisini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Daha birkaç gün önce Atina'dan Selanik'e giden bir trende olduğumuzu düşünmek bile ilginç geliyor.

Selanik'ten Atina'ya geçeceğimiz gün 1 Mayıs olduğu için otobüs kullanmak durumunda kaldık. Otobüste de manzaramız güzeldi ama yine de trenin tadı başka. Bu tat, trenin bir taşıt olarak kendine has rahatlığının yanı sıra okuduğum kitaptan da kaynaklandı galiba.

Edebiyat dergileri, özenli ve adil olanlarından bahsedersek elbette, kaliteli yazılarla ufkumuzu açabiliyor. Bu durum, sadece okuyan için değil yazan kişi için de geçerli bence. Ben de bu ay sonuna doğru teslim edeceğim bir yazı için kolları sıvadım. Kendimce gerekli olduğunu düşündüğüm kitapları okuyup bitirmeye çalışıyorum. Yazar, D. H. Lawrence.

Lawrence'ın Lady Chatterley's Lover (Lady Chatterley'nin Âşığı) romanını Türkçeden okumuştum; Sons and Lovers'ı (Oğullar ve Sevgililer) daha yeni İngilizceden okudum. Amacım seyahatnamelerine geçmeden önce yazarın tarzını özümsemekti ama seyahatnamelere başladıkça gezgin Lawrence'a kanım iyice ısındı. Belki de dediğim gibi atmosferin etkisiyle ilgilidir.

Lawrence'ın üç tane seyahatnamesi var, hepsinin de İngilizcelerini e-kitaplarını indirdim. Tren yolculuğunda Twilight in Italy'nin (İtalya'da Alacakaranlık) sonu ve Sea and Sardinia'nın (Deniz ve Sardinya) başı kısmet oldu. Twilight in Italy'de ağırlıklı olarak İtalya'yla birlikte bu ülkeye yakın diğer ülkelerdeki seyahatlerini de anlatmış, hem de roman gibi.

Lawrence'ın yazdıklarını okurken daha altı yedi ay içinde gördüğüm yerlerin o zamanlardaki hali geçti gözlerimin önünden. Gerçi o kitapta Lawrence oldukça konuşkan, ev sahipleri ve oranın sakinleriyle muhabbet içinde, bense kendi kabuğumdan sessizce seyir peşindeyim.

Kitapta Atina, Selanik veya Yunanistan'ın herhangi bir şehri yok. Ama seyahatin özü aynı. Evden kilometrelerce uzakta, tatlı bir yorgunlukla sızlayan ayak bilekleriyle henüz karları erimemiş dağların ve yemyeşil bitki örtüsünün arasından geçen trende oturuyoruz. Baharın en güzel yüzü... Bir gün sonra yine evde ve yine ofiste olacağımın, aynı şeyleri yapacağımın bir hükmü kalmıyor o anlarda.

Sea and Sardinia'da Lawrence tren yolculuğundan bahsediyor. O satırları trende okuyorum. Bir okur ve bir gezgin için en keyifli tesadüflerden biri olsa gerek. Lawrence, kitaba giriş paragrafıyla hislerime çoktan tercüman olmuş zaten:

"Kişiye mutlak bir hareket etme ihtiyacı gelir. Dahası, belli bir yöne hareket etme ihtiyacı. O zaman çifte ihtiyaç: harekete geçmek ve nereye gideceğini bilmek.

İnsan neden yerinde duramaz?"

Duramıyor işte. Duramıyorum. Dünyada bunca yer olduğunu öğrenmişken ve ulaşım, konaklama seçenekleri bu kadar çeşitlenmişken durmam mümkün değil. Seyahat virüsünün de diğer virüsler gibi mutlak tedavisi yok. Çaresi gezmek, gezmek, gezmek...

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.