Fahrenheit 451 - Ray Bradbury

FAHRENHEIT 451 – RAY BRADBURY

Fahrenheit 451, kitapların yanma ısısı.

1984 ve Cesur Yeni Dünya gibi anti-ütopyalardan daha az tanınsa da konu ve anlatım olarak hiç geride kalmayan bir kitap Fahrenheit 451. Yakın bir geleceği, itfaiyelerin ateş söndürmedikleri, aksine kitapları yakmakla görevli oldukları bir dönemi anlatıyor. Eser, sadece kitapseverlere değil, herkese hitap ediyor. Bir solukta rahatlıkla okunabilen, bir yandan da insanı düşüncelere sevk eden bir kitap.

Montag, büyük babası ve babasının mesleği olan itfaiyecilik mesleğini sürdürüyor. İhbarlar üzerine gittikleri adreslerde kitapları yakıyorlar. Pek çok kitap yok edilmiş, kimisinden de sadece birkaç kopya kalmış durumda. Montag’ın güzel bir karısı var. Çocukları yok, karısı çocuk yapmayı düşünmüyor. Zaten herkesin acelesi var ve kimsenin oyalanacak zamanı yok. Televizör insan hayatının en önemli parçası, hemen herkesin evinde en gelişmiş televizörlerden var. Kimse kitap okumuyor, kimse durup düşünmüyor, kimse kimseyle yüz yüze vakit geçirmiyor; herkes “mutlu”. Pek çok insanın eğlencesiyse intihar etmek ve cinayet işlemek haline gelmiş. Ayrıca savaş da kapıda.

Böyle bir ortamda Montag, bir gün işten dönerken Clarisse’le karşılaşıyor. Clarisse on yedi yaşında, “garip” bir kız. Diğer insanların aksine onun acelesi yok, yaşadığı anların ve doğanın tadını çıkartmaya bayılıyor. Montag bu ilginç kızla karşılaşmayı dört gözle bekler oluyor. Clarisse Montag’ın ufkunu açıyor. (Diğer insanlara kıyasla Montag’ın ufku açılmaya da meyilli zaten.) Ve Montag’a mutlu olup olmadığını soruyor. Montag bu konu üstünde kafa yormaya başlıyor. Sonunda hiç mutlu olmadığının farkına varıyor. Bütün zamanının boşa geçtiğini hissediyor, karısıyla hiçbir paylaşımlarının olmamasına hayıflanıyor. Bir gün yakacakları kitaplardan bir tanesini saklıyor. Evinde gizli gizli okumaya başlıyor. Bir yandan yaşadığı değişiklikleri paylaşmak istiyor, diğer yandan da çalıştığı itfaiyenin başındaki Beatty ve yeni geliştirilen Elektrikli Tazı’ya yakalanmaması gerekiyor. Montag’ın rahat ve “mutlu” bir hayatla tedirgin ama düşünebildiği ve özgür olduğu bir hayat arasında seçim yapması gerekecek.

Mutlu olmak ya da olmamak…

Rahat rahat yaşamak varken pek çok insan bazı kişilerin neden kitap okuduğunu, neden hep bir şeylerle mücadele etmeye çalıştığını anlamazlar. Romanda da Montag, karısı Milred’e yangından sakladığı kitabı gösterip ondan bölümler okumaya kalkıyor. Ama günlerini televizör karşısında geçirip akşamları da uyku ilacıyla uykuya dalan, zihnini geliştirecek hiçbir şey yapmamasından dolayı ciddi bir hafıza kaybı sorunuyla karşı karşıya olan Milred bunu kaldıramıyor, Montag’ın bu riske girmesini saçma buluyor, Montag’dan onu rahat bırakmasını istiyor. Yeni yeni uyanışa geçen Montag’ın cevabı durumu çok da güzel açıklıyor:

“Seni rahat bırakayım! Bütün bunlar çok iyi de, peki ben kendimi nasıl rahat bırakabilirim? Bizim rahat bırakılmaya ihtiyacımız yok. Ara sıra bir şeylerden gerçekten rahatsız olmamız gerekiyor. Ne zamandan beri gerçekten böyle rahatsız oldun? Önemli bir şeyler hakkında, gerçek bir şeyler hakkında.”

Montag, Clarisse’in ortadan kaybolmasıyla yapayalnız hissediyor. Faber adında bir adamı hatırlıyor, onun yardımcı olabileceğini düşünüyor. Faber, Montag’ın ufkunu daha da açan ikinci kişi. Montag, hayatında eksik olan bir şeylerin farkına vardığını anlatıyor. Herkes bir iki saatini kitap okumaya ayırsa hayatın daha güzel olacağına inanıyor. Faber sadece kitap okumanın yetmeyeceğine dikkat çekiyor; marifetin kitapları kuru kuru okumakta değil, onların içindeki ayrıntıları keşfedebilmekte olduğunu belirtiyor. Kitaplar “yaşamın yüzündeki gözenekleri gösterirler”, yani yaşamın tozpembe olmadığını insanların yüzüne vururlar. Bu yüzden de kitaplardan nefret edilir ve korkulur. Kitap okurken gereken ikinci şey “boş zaman”dır. Montag gibi sen de şaşırabilirsin, boş zamandan âlâ ne var diye. Ama biraz düşününce gerçekten boş olan hiçbir zamanının olmadığını fark edersin. Mesela boş boş oturup televizör seyrederken aslında o sana ne düşünmen gerektiğini söyler, hem de aralıksız bir şekilde. “Seni kendi vardığı sonuçlara o kadar hızlı sürükler ki zihninin, ‘Bu ne saçmalık!’ diye protestoya zamanı olmaz.

“Bilgi güçtür.” Çok kereler de fazla bilginin hayati sonuçları olabilir. Peki kitap aşkı, bilme tutkunluğu için ölümü göze almaya değer mi? Montag kitap bulabilmek için yanıp tutuşuyor. Faber onun kendini riske attığını söylüyor. Montag’sa o zamana kadar yaşamının boşa geçtiğini düşündüğü için gözü kara bir halde “…eğer kaybedecek hiçbir şeyin yoksa, istediğin riske girebilirsin,” diyor. Montag, kararlı görünüyor, ama bir yandan da Beatty onun beynini yıkamaya çalışıyor. Faber garantisi olmayan ama “en azından boğulursa sahile yüzerken boğulacağı” bir hayat önerirken, Beatty her zaman mutlu ve rahat olabileceği ve kitap yakmaya devam edebileceği bir hayat vaat ediyor.

Pek çok anti-ütopyada ve gelecekteki totaliter bir yönetimi anlatan belgeselde (aklıma gelenler Zeitgeist the Movie, Zeitgeist Addendum, vs) bizi dehşete sürükleyen bu senaryoların aslında bizim rızamızla seçileceği anlatılır. Fahrenheit 451’de de öyle. Faber, Montag’a “Halk okumayı kendi isteğiyle bıraktı… Artık çok az insan isyan etmeyi düşünüyor ve bunların bazıları da, benim gibi, kolaylıkla korkuyor,” der. Kitabı okurken Faber ve Beatty’nin konuşmalarını çizgi filmlerde omuzların üstünde durup ana karakterin fikrini etkilemeye çalışan melekle şeytana benzettim. Tabii ki hangisinin melek, hangisinin şeytan olduğu tartışılır. Beatty hep ikna çabası içinde ve onun iyiliğini düşünüyormuş hallerinde. Faber yeri geldiğinde acı konuşuyor ama kararın eninde sonunda Montag’ın kendi kararı olacağını vurguluyor. Ama Beatty konusunda yaptığı uyarı bence neden “rahat” bir hayatı seçmememiz gerektiğini açıklar nitelikte: “Fakat Yüzbaşı’nın, gerçeğin ve özgürlüğün en tehlikeli düşmanı olan, katı ve durağan çoğunluk sürüsüne ait olduğunu unutmamalısın.”

İnsanlar böyle durağan bir hayat sürerlerken aslında arka planda bir savaş çıkmak üzeredir. Montag ufkunu açmaya çalıştığı karısına ve onun arkadaşlarına şiir okumaya çalışır, sonra laf gelip savaşa dayanır. Kadınların kocaları savaştadır, ama kadınlar hiç endişelenmemektedir. Kırk sekiz saat sürecek hızlı bir savaş olacağını söylerler. Gerçekten öyle olsa bile savaş kimse zarar görmeden bitebilecek midir? Kadınlardan bir tanesinin sözü şu an dünyanın bir yerlerinde savaş olurken hiçbir tepki göstermeyenlerin sarf edeceği niteliktedir: “Her zaman başkasını kocası ölür, derler.”

Fahrenheit 451, küçücük ama içi dopdolu bir kitap. Kitaplar hakkında bir kitap. Özgürlüklerin olmadığı ama özgürlüğü için savaşan birilerinin hep bulunduğu bir geleceği anlatan bir roman. Hem okurken hem de okuduktan sonra düşündüren bir eser, bence bir başyapıt.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

İyi bir yazı olmuş.
1984’ün izinden giden distopik bir gelecekte kitapları yakan itfaiyecilerin konu edildiği bir bilimkurgu romanı. Yayınlandığı yıl 1953 olması da kitaba olan ilgiyi arttırıyor. Çünkü günümüz teknolojisinde kullanılan mikrofon, ses alıcısı, robot rolünde ve koku ile insanları yakalayabilen bir tazı gibi ürünler de yazar tarafından düşünülmüş ve hikayeye sırıtmayacak şekilde adapte edilmiş. Gerçi koku alan robot hala üretilmedi. Ancak çok da ütopik olmayan bir ürün. Yakın gelecekte çıkar. O yıllarda bu kitabı okusaydım ne düşünürdüm diye kendime sormadan edemedim. Bir itfaiyecinin kitapları yakması ise zaten sonun başlangıcı. Bu hikayede ise her şeyin başlangıcı. İyi kurgulanmış bu roman okunmayı hakediyor.

Blogger tarafından desteklenmektedir.