The Normal Heart: Eşcinseller Vardır


The Normal Heart filminin adını ilk kez özel bir TV kanalında yayınlanacakken RTÜK'ün sansürüne takılmasıyla duymuştum. "RTÜK sevmediyse ben kesin severim" mantığıyla izleme listeme aldım. Aslında Onur Haftası'nda yazmak isterdim ama ancak izleyebildim.

2014 yapımı olan The Normal Heart, Türkçeye dramatik bir şekilde Kalbin Direnişi olarak çevrilmiş. Tamam, film gerçekten romantik ve acıklı unsurlara sahip ama sadece kalbin değil eşcinsellerin direnişinin ilk adımlarını göstermesi açısından önemli.

"Bizde böyle bir film çekilse..." diye başlayamıyorum, dediğim gibi başkasının filmi paralı kanalda sansüre takılmış. Ama çekilse muhtemelen oynatılacak sinema salonu bulunamadığı gibi üstüne üstlük gerek homoseksüel gerek heteroseksüel bütün oyuncular yolda yürüyemez hale gelirdi.

Neyse, filme geçeyim. Film, 1981'de başlayan bir mücadeleyi anlatıyor. Eşcinseller arasında "gey kanseri" adı takılan bir hastalık salgın hale geliyor. Gey topluluğundaki bireyler vücutlarında artan kahverengi lekelerden sonra tek tek yaşamını kaybetmeye başlıyor. İşin boyutu genişledikçe hastalığın bir salgın olduğunun resmi olarak kabul edilmesi ve araştırmalarla tedavi için ayrı bir fon açılmasının gerekliliği ortaya çıkıyor.

O zamana kadar sistematik bir eşcinsel direnişi yok. Özellikle Ned Weeks, agresif bir farkındalık projesi yürütülmesini istiyor. Canlı yayınlarda sesini yükseltiyor, küfrediyor. Bu durum arkadaşlarının bile hoşuna gitmiyor. Daha sakin bir tanıtımın taraftarı onlar.

Hükümetten birilerinin desteğini almak istiyorlar ama nafile. Hükümetten halka kadar herkes onlardan korkuyor. Bir kere Beyaz Saray'dan bir görevli çağırınca seviniyorlar ama adamın tek yaptığı Ned'e bu hastalığın sadece geyler dışında hayat kadınlarından heteroseksüel erkeklere geçip geçemeyeceğini soruyor. Sonra da çekip gidiyor.

İşin tedavi kısmı tam bir facia. Konuyla ilgilenen tek doktor Dr. Emma Brookner (Julia Roberts). Bu fedakar doktor, hastanede "gey kanseri" hastalarına özel bir bölüm açmış. Tekerlekli sandalyesinde hastalar arasında dolaşan doktor, başka insanlar gibi hastalardan kaçmıyor, onlara yakın ilgi gösteriyor ve bu hastalığın ne olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Doktoru tıp çevresi dikkate almıyor, hastanenin o bölümüne kendisi ve hasta yakınlarından başkasını sokamıyor.

Filmde aşk öyküleri de ön planda. Hatta senaryo genel olarak Ned Weeks ve onun partneri, New York Times yazarı Felix Turner (Matt Bomer) ile arasındaki aşka odaklanıyor. White Collar dizisindeki gibi başta sadece manken pozları kesen Matt Bomer, Felix'in hastalığının ilerleyen safhalarında aslında gayet iyi rol yapabildiğini gösteriyor. RTÜK'e batan görüntülerin büyük bölümü de bu ikilinin sevişme sahneleri tahminimce.

The Normal Heart eşcinselleri eşcinseller oynar dememiş, çok da iyi yapmış. Mark Ruffalo ve Matt Bomer'ın sahneleri oldukça inandırıcı. Film biraz boşluk hissiyle bitiyor çünkü başka ölümler oluyor, Ned'in kahrolmuş görüntülerini seyrediyoruz ve direnişin işe yaradığına dair sadece birkaç haber alabiliyoruz. O homofobik yönetimin nasıl yola geldiğini filmde göremiyoruz.

Neyse ki gerçekte çok daha ötesini görebiliyoruz. 1980'li yıllarda var olduklarını haykırmak zorunda kalan Amerikalı eşcinsellerin artık yasal olarak evlenme hakları var. HIV/AIDS'in de sadece eşcinsellerden eşcinsellere geçen bir hastalık olmadığı biliniyor. Ayrıca daha geçende Küba'da anneden bebeğe HIV'nin geçişinin önlendiği haber verildi. Dünyada güzel şeylerde oluyor.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.